mimar

Normal vatandaş mimara neden ihtiyaç duysun ki?
Ortalama gelir düzeyine sahip olan bir insana, mimar, aynı ekonomik koşullar ve imkanlar içerisinde yüklenicinin ( müteahhit ) verebileceğinden daha fazla ne vermeyi vadediyor ki o insan mimarı tercih etsin?
Mimarların gündeminde bu ihtiyaca cevap verecek çözümler, kurgular, tasarımlar var mı?
Mimarlar bunu kendine dert ediyorlar mı?

Şehre bakıp, binalar ve kentsel doku hakkında yorumlar yaparken, hep hakkında konuşutuğumuz, sorun olarak gördüğümüz, eleştirdiğimiz bir yapı stoğunu başlangıç noktası olarak alıyoruz. Bunların sahipleri ya da yaptıranları hakkında hep atılıp tutuluyor. Cahiller, şehir katilleri, kent düşmanları... Mimarlar kendilerinin büyük bir bölümünün dışında kaldıkları bu yapı stoğu alanı hakkında yorumda bulunurlarken, kendi üretimlerini çoğunlukla başka çerçevede, başka bir ekonomik boyut ve müşteri alanında gerçekleştiriyorlar. Dışında olduğu, içine bulaşmadığı, sorun olarak gördüğüne çözüm önerileri geliştirmediği bir yerde durup eleştirmek, yermek ne kadar kolay.
Mimarların çekildikleri, ilgilenmekdikleri bu alanın başkaları tarafından doldurulması, mimarların almadığı sorumlulukları onların almaları çok doğal. Bu hevesliler, mimarların çekildikleri bu alanda iyi kötü birşeyler üretiyorlar, mimarların ve plancıların kendi aralarında tartıştıkları projeleri, o tartışmalardan bağımsız inşa ediyorlar, binaları ve şehirleri biçimlendiriyorlar. Sonra mimarlar ve plancılar bunları eleştiriyorlar. Hakları tabi ki var. Herkes ürünler hakkında yorum yapabilir ama yorumun değeri biraz da yorumcunun, bu tartışma ve üretim alanındaki ürünleri, projeleri ile belirlenmez mi?
İşte bu yüzden şöyle deniyor:
Onlar konuşur durur hiçbir şey yapamazlar.
Biz işimize bakalım, onlar tartışadursunlar.
Ben iş üretiyorum, sen söz.

Bilimsel bilgi geçerliliğini şöyle basit popülist bir söylemle yitiriyor:
Ben sana binlerce konut, şu kadar okul, bu kadar iş merkezi inşa ettim hey vatandaş! Onlar ne yaptı? Hem birşey üretmeyip sırf konuştular, hem de bizim işimize, sana olan hizmetimize engel oldular.
Kazanan hep bu görüş ve söylem olmuştur. Çünkü bu sözler tahlil edilip karşısına güçlü bir söylemle çıkılamamıştır. Hizmet talep edenler hizmeti veren profesyonellerden uzaklaştılar, profesyoneller de kendinden hizmet talep etmeyene yabancılaştılar. Kimse birbirini tanımıyor, yüzüne bile bakmıyor.




Kentler ve binalar hakkında konuşurken ne kadar söz sahibiyiz?
Mevcut yapı üretim ve planlama şekillerinin çoğunun dışında kalmışlar olarak, sadece üniversite mezunu olmamız ya da çeşitli derecelerde profesyoneller olarak tanımlanmamız sözümüzün dinlenmesi için yeterli mi?
Problem olarak tanımladığımız duruma yönelik biz ne geliştiriyoruz da, başkalarından geliştirdiğimiz duruma yönelik bir ilgi, bir sahiplenme bekliyoruz?
Akıllarımızda mevcut duruma yönelik ne tür fikirler var? Olması gereken bir kent veya bina imgesi üzerinden yola çıkmadan mevcut durum üzerinden bu ana bakabiliyor muyuz?
İhtiyaçları, istekleri, sorunları görebiliyor onları akıllarımızda tanımladığımız, kullanıcıya atfettiğimiz ihtiyaç istek ve sorunlardan ayırabiliyor muyuz?
Kentlerimize bakıyor ve görebiliyor muyuz? Mesela, İstanbul tarihi yarımada ve Boğaziçi mi demek yoksa, onun dışında kalan herşey mi? Boğaziçi ve tarihi yarımadanın 10km. dışındaki alanda yaşayan kent, istanbul’un özü olarak görülen alanlardan daha büyük değil mi? O zaman bugün İstanbul neresi? İzmir, Ankara, Trabzon, Adana, Mersin...neresi?
Bina üretimi açısından yepyeni bir dönemdeyiz. Mimarlık eskiden olduğundan daha çok dillendiriliyor. Mimarlara ilgi artıyor. Her mimar bu ilgiden pay almaya çalışıyor. Bu yüzden mimarlık, hem konut projelerinde hem de hayata dair bir imge olarak reklamcılık yöntemleri ile pazarlanmaya çalışılıyor. İnsanlara deniyor ki: “ Mimarlara ihtiyacınız var, mimarları tercih edin” Bu o kadar dillendiriliyor ki insanlar buna inanmaya başlıyorlar, tercihlerinin nedenlerini ve dürtülerini sorgulamadan. Sıkı bir reklam kampanyası... Mimarlar da bunu destekliyorlar: “Evet beni al!!!” Biz de kampanyaya inanıyoruz. Kendimizi sorgulamıyoruz. Çünkü inanıyoruz, biz mimarız, biz planlamacıyız, herşeyden, üretimimizden, piyasadan, kullanıcıdan, üründen bağımsız bir değerimiz var.
İnanmak istiyoruz.
Ama sormuyoruz:
Normal vatandaş bize neden ihtiyaç duysun ki?