öyle'mişim gibi



Bazen öyle bir noktaya geliyorum ki, kendimi mesleğimle, yaptığım şeyle tanımlamaya başlıyorum. ( mimarlardan bahsediyorum ) ürün benim oluyor, fikir benim, ürün ben oluyor, fikir ben.
Yaratıcı olan benim.
Düşünen, var eden. Baş, bir an ve son ile tanımlı bir benlik serüveniymiş gibi hissediyorum bu süreci. Bir süre sonra kullandığım tüm araçları ve araçlaştırdığım tüm insanları ve beni araçlaştıran tüm kullananları unutup bu yaratıma odaklanıyorum.
Diyorum; bu benim ( aidiyet ); bu benim ( olma hali ); bu benim ( öz )

Araçlar elimden alındığında ne olacak peki. “ben” dediğim şeyler o araçlara ne kadar bağlılar, eğer o araçlar beni, tasarımı mesleğimi, beni ben yapanı oluşturan var olmasını sağlayan şeyler ise, onlar olmadan ortada kalacak olan şey ne?
Benin ne kadarı?

Baştan aşağı bir yanlışlık var gibi görünüyor. Kendimi tanımlarken, kendi dışımı tanımlarken, ara alanları tanımlarken içine düştüğüm bir dipsiz kuyu. Duvarlarında neşeli renkli ikna edici ben hikayeleri olan, hikayedeki her ben in yüzü ayna, düşenin doldurduğu; yanlışlıklar benzeşmesi.

Ben’imiz bizi aşınca unutuyoruz. Çizdiğimiz çizgiyi var edenin başkaları olduğunu, bizim sadece birşeylerin parçası olduğumuzu hep unutuyoruz. Derecelendirme, yap emirleri, tabakalar. Başkaları olmadan yokuz.
Bu bütünlük anlaşılmadan herşey hep eksik.
Ben tanrıyım.

Zor hatırlananlara.