X on-6






Şizofren şehirlerin en kıdemlisindeyim.

Zoo York!
Her sokağı, başka bir zaman ve mekan algısına açılan kapılardan oluşmuş, çoklu kişilik bozukluğundan muzdarip, bölünmüşlüğünü kurguladığı hayat ile kapatan bir kent burası. Bu şehir, gerçeği değerlendirme yetimi bozuyor, algımın kapılarını kırıyor.
Şehrin kişilik değiştirme anları çok ani başlıyor. Bir metro durağından diğerine geçerken, metronun iç rengi alacalı bir karışımdan, bir anda koyu bir tona bürünebiliyor.
Görünmeyen, ancak tesadüfler sonucu algılanabilen şeffaf kapılar var bu şehirde. Farkedilmedikleri sürece geçişte sorun çıkarmayan, farkedildiklerinde ise geçiş izni için içsel sorgulama isteyen kapılar bunlar.
Hava sıcak ve yapışkan.
Ground Zero manzaralı Burger King restaurantında buzlu çay içiyorum iliklerime kadar donduran klimanın gürültüsü altında…
Çöküşünü canlı canlı izlediğim bir yapının tozlu yıkıntılarına karşı ferahlamak ancak bu garip kombinasyonlar ülkesinde mümkün galiba.
Ground Zero’ya bakan büyük bir pencerenin önünde oturuyorum. Güneş gözümü alıyor. Bu bina ormanının en koyu gölgeleri altı sene önce tam bu noktada oluşuyordu oysa ki…
Dünya Ticaret Merkezi’nin mezarından vinçler yükseliyor şimdi, mezar taşları niyetine. Tepelerinde Amerikan bayrağı dalgalanan rengarenk vinçler…
Pencerenin tam önünde bir jip duruyor. Üzerine kocaman bir Amerikan bayrağı serilmiş. Normal bayraklardan farklı olarak kırmızı çizgilerin üzerinde yer alan beyaz gölgeler farkediyorum. Bayrağın altındaki açıklamaya kayıyor gözlerim:
Kahramanlar Bayrağı (Flag of Heros): Bu bayrakta 9/11/2001’de gerçekleşen terorist saldırılarda hayatını kaybetmiş tüm insanların isimleri yer almaktadır.
Bayrağın önündeki kartonun üzerine bakıyorum: 15 $.
Sokağın diğer köşesine bakan pencereye çeviriyorum başımı. Park etmiş arabaların dibine, üzerlerine Dünya Ticaret Merkezi’nin camdan bibloları yerleştirilmiş tezgahlar sıralanmış. Pırıldayan kule biblolarının tanesi 5 $.
Ölümün kahramanlığını sorguluyorum bir süre, masumken, sıradan bir günde işe gitmişken öldürülmenin kahramanlığını…
Böyle bir olayı bile tüketilebilir hale getiren sistemin içinde kahramanlık kavramının nereye denk düştüğünü bulmaya çalısıyorum sonra, ama beceremiyorum.


İçeriye kaydırıyorum gözlerimi.
Pencerenin karşısındaki duvara herbiri aynı kanalı gösteren 16 tane TV sıralanmış.
CNN!
Elindeki tepsiyi masaya bırakıp, fazla kilosu yüzünden sandalyesine zar zor yerleşen kadın…
Üzerindeki iş kıyafetlerine bakınca yıkılan Dünya Ticaret Merkezi kulelerinin yerine yapılacak binanın inşaatında çalıştığını tahmin ettiğim, az önce tekrar doldurduğu içeceğinden bir yudum alan yorgun gözlü adam...
Masanın altına yerleştirdikleri alışveriş torbalarını toparlayıp masadan kalkmaya hazırlanan çift…
Masadaki bilgisayarına bakıp telefonda birşeyler anlatan, koltukaltları terlemiş bir Yuppie…
Hepsi de kendi dünyalarına dönük gözlerinin boşluğundan ekranlara bakıyorlar. Son altı yıl içinde kendi dünyalarının sokak kapılarını çelik kapılar ile değiştirip, kilit sayısını da artırmışlar sanki.
Amerika’da topluma açık alanlarda yer alan çogu ekran gibi burda da sahnede CNN var. Baş rolde ise Usame Bin Ladin ve Geroge W. Bush.
Amerikan televizyonlarının en popüler karakterleri…
15 dakika boyunca gözlerimi ekrandan ayıramıyorum, tıpkı diğerleri gibi hipnotize olmuş gibiyim. Kendi dünyamın kapı kilidini açmadan, dışardakine delikten bakıyorum, bana gösterilenin gerçek mi yoksa kapının önüne yerleştirilmiş kurgu bir görüntü mü olduğundan emin olamayarak.
Bu ülkede geçirdiğim 3 haftanın her günü aynı muhabbet işitiliyor ekranda:
Olası terörist saldırılar…
ABD en büyük hedef…
Güvenlik, sarı alarmda…

Ve her haberde en az bir kere ekrandan pörtleyen Usame Bin Ladin...
„Şeytan Amerika…“
Yanyana, çapraz, üstüste, altalta.
Toplam 16 Usame Bin Ladin.
Tek bir ekran yetmiyor, çünkü korkuyu bölerek çoğaltmak lazım. Korku, bölünerek çoğalan, tek hücreli ilkel bir canlı...
Ekrandan dışarıya doğru kaydırıyorum gözlerimi.
Ground Zero’yu çevreleyen tel örgülerin dışında hayat çok sıradan oysa ki…
Sıcak, akışkan ve gerçek.

Kırmızı ışık yanıyor bir tarafta.
Sokağın öbür ucuna doğru insanlar akıyor bulundukları yerin şeklini alıp, arabaların arasındaki boşlukları doldurarak.
İnşaat alanına gelen kamyonlar için Ground Zero’nun kapısı açılıyor, anı yakalamak isteyen turistlerin fotoğraf makinalarını çıkartmak için açtıkları çantaların fermuar sesleri eşliğinde…
Köpeği tarafından sürüklenen kadın, kırmızı tasmaya daha sert asılıp çekiştiriyor hayvanı.
Dondurmasını yere düşüren sarışın kız çocuğu, sıcaktan yüzüne yapışmış saçlarının arasından donuk bakışlar atıyor yerde eriyen dondurmaya doğru.
Jipli bayrak satıcısı güneş gözlüklerini çıkarıp burnunun üzerini ovuşturuyor.
Tezgahın önündeki Asyalı turist, cebinden 10 Dolar çıkarıp kendisine beyaz kağıda sarılmış Ikiz Kule biblosunu uzatan adama gülümsüyor.
Hafif bir esinti geliyor birden, vinçlerin üzerindeki Amerikan bayrakları dalgalanıyor.
Ekrana tekrar bakıyorum.
Görüntü Usame Bin Ladin’den, George W. Bush’a geçiyor.
„Teröre karsı savaş… Şer güçler…“
çarpı 16
ve şimdi reklamlar...
Ne değişiyor?
Hangisi gerçek, hangisi kurgu emin olamıyorum.
Kapının hangi tarafındayım?
Zavallı şizofren algım…
Korku, oda spreyi misali TV’den püskürtülüyor burda.
Odanın rehaveti arttıkça bir fırt Usame Bin Ladin, bir fırt Bush aroması ferahlatıyor havayı.
Paranoyakların tercihi,
Pıssst pıssst…
Tam 16 kere!