burnunu çaldım

48//&90

Durup durup, dışında olduğun şeyin aslında tam da içinden konuştuğunu farketmek garip bir durum. Temelde bir başarısızlığı tanımlayan bu sonuç, anısız bir aklın, hep o ilk karşılaşma heyecanını içeriyor. Bulup kaybetmek ve yeniden bulmak, bulup sonra onunla ne yapacağını bilememekten daha iyi. En azından, her seferinde farklı bir duruma denk geliş imkanını içeriyor.

Örnek: İstanbul hakkında yazıp dururken, tam da karşısında olduğum şeyin içinden birşeyler yaptığımı unutuyorum. O şöyle böyle vs derken, hep fikir/durum olarak karşı olunan şeyin etkisi altındaki insan, kendini onun karşısındaymış gibi görüyor ama aslında ona bağımlı, ona yapışık ve hatta ona tutsak olduğunu göremiyor. İşte bunun gibi bazı anlarda bu “kodlanmışlığı”farkediyorum.


48//&9’1

Çervemizdeki kurguya ne kadar müdehale edebildiğimiz tam bir bilinmez. Tasarladığımız hayatları mı yaşıyoruz, yoksa çevremizde olan bitenin bizim için kurguladığı durumu tasarımımız olarak mı görüyoruz? Seçim gibi görünen şeylerin aslında koşullandırmalar olduğu hissini veren minik anlar yaşamadınız mı hiç? Şehrin, evin, masanın dahi onunla etkileşime gireni yönlendirdiği bakışaçısıyla bakmak, insanın içini ürperten bir noktaya götürüyor düşünceyi.( Reklam, Hayat Tarzı, Trendler, FightClub, Matrix, NasreddinHoca! )

Bu sırada, ünlü bir mimarımız diyor ki: Çok düşünmüyorum, aklım karışıyor.

Tutsaklık ve özgürlük kavramlarının farklı çerçevelerde tam olarak birbirlerinin yerine kullanılabileceği akıl yürütmesi ( bir örnek olarak akılda tutulduğunda) şu yaşadığımız hayatları, şehirleri, örüntüleri, tasarımları, şeyleri sorgulanabilir ve güvenilmez kılmıyor mu?

Güvensiz aklın güvensizliği.

Korkudan kaynaklanan bir güvensizlik değil bahsettiğim, imkanların ve müdehale şekillerinin sonsuza yaklaşan ihtimallerinden kaynaklanan bir güvensizlik.

Analizler, gözlemler, deneyler...

Keşfettiğimiz ancak, belirli bir kurguda işleyen, o kurgunun bağlamından bağımsız düşünülemeyecek şeyler olabilir gibi görünüyor. Onlar kendi bağlamlarında gerçekler...

...ya da o bağlamda gerçeklik olarak adlandırdığımız şekilde işliyorlar. Gerçek olarak tanımlandıkları bağlamların dışında duran bir bakış açısıyla, sanrı olarak tanımlanmaları, onların o bağlamdaki gerçeklik değerini azaltmadığı gibi, sanrı olarak tanımlandıkları bağlamda bir tanım yanlışlığı olduğu anlamına da gelmiyor.

Bu durumda şeyi bilmekten daha önemli olan, şeyin şeyliğini kazandığı bağlamı bilmek gibi görünüyor. O zaman, bağlamı farketmeden, o “şey”lerin işleyişlerinden, şeyliklerinden söz etmek, kod’un işlemini birebir gerçekleştirmek demek oluyor. Bu da kodun işleminin bir parçası olunduğunun, o işlemin anlaşılmadan, onun bir girdisi haline gelindiğinin göstergesi.

Ama işleyişleri berrak olarak görmek her zaman olanaklı değil. İşleyişin, çarkları sayılabilen mekanik bir düzen olmayışı görmeyi zorlaştırıyor. İnsan sık sık aynı noktalara geri dönüşler yaşıyor.

Durup durup, dışında olduğun şeyin aslında tam da içinden konuştuğunu farketmek garip bir durum. Temelde bir başarısızlığı tanımlayan bu sonuç, anısız bir aklın, hep o ilk karşılaşma heyecanını içeriyor. Bulup kaybetmek ve yeniden bulmak, bulup sonra onunla ne yapacağını bilememekten daha iyi. En azından, her seferinde farklı bir duruma denk geliş imkanını içeriyor.

Bakmak için aralık bir kapı:

Çok sinirlendiğim bir amerikalıya çektiğim “nah”ın yüzünde yarattığı sempatik anlamsızlık.