çaresiz evrenlerin iç tüzüğü


_hatırlatma_

Mimarlar odası istanbul büyükkent şubesinde bir seçim oldu.

Eski yönetim kazandı.

Eski yönetim, sürekli mesleki gelişim adı altında düzenlediği, paralı ve zorunlu olan eğitimlerde! ( çünkü mimarlık yapabilme yetkisinin, mimarlar odası tarafından tanınması için, yine mimarlar odası, yıllık belli sayıda kredi toplanılmasını zorunlu kılan bir karar aldı yakınlarda) yangın güvenliği, autocad vs anlatacak, gelenlerin uyumadığına, anladığına ve mesleklerinin kalitesini arttırdığına inanarak, kredi başı ortalama 10ytl karşılığında, kredi satmaya devam edecek.

Eğitim süresini uzatacak,yeni bir mezuna iş yapabilme yetkisini, kendisinin tanıdığı, ve yine kendisinin belirlediği yeterliliklere sahip olan mimarlık bürolarında geçirilecek yılların sonunda verecek. Gençler, işlerini kurmuş olan mimarların, autocad’i 3dmax’i sketch up!ı, maketçisi ve çaycısı olacaklar uzunca bir süre. Sonra bıkmamışlarsa, yeninin heyecanını unutmamışlarsa belki kendi işlerine yönelecekler belki de o ofislerde yaşlanıp gidecekler.

_A_

Seçim sırasında eski yönetim, yenileri, muhalifleri, karanlığın temsilcisi, davetçisi, kenti talan etme yolunu açacak olanlar veya onların piyonları olarak tanımladı durdu. Bu tanımlamaları duyan muhalif grup kendine şaştı kaldı.

Biz neymişiz!

Seçimlerin Cumartesi günkü kurultayı sırasında, Doğan Kuban, muhaliflerin, “mimarlığa yol açın” sloganını eleştirirken, slogan içindeki “mimarlığın” üst gelir gruplarına yönelik mimari üretimi anlattığına ikna olmuş bir biçimde sordu: “Şurdan kağıthane’ye inin o evleri görün ve şehrin nasıl bir mimarlığa ihtiyacı olduğunu anlayın.” Bu hedef göstermeyi, kendisi nasıl bir mimarlığa ihtiyaç duyulduğunu bildiği için mi söyledi, yoksa biri çıkar, yıllardır Kuban’ın izleyici olduğu o gelişimin esasında nasıl bir mimarlığa ihtiyacı olduğunu dayanamaz da söyler diye mi söyledi? “Ayakkabı kutusu” evlerden bahsetti uzun uzun, apartmanlaşmış gecekonduların, kentsel alanın düzensiz gelişiminin yarattığı karmaşaları yeni alışveriş merkezlerini eleştirdi durdu. Salondaki, sesi sigaradan kalınlaşmış teyzeler, sanki bir kilise ayininde, gospel söylerken kendinden geçmiş olan siyahi teyzeler gibi, her sert çıkışı nidalarla karşıladılar.

Evet, doğru!

Haleluya!!

Konuşmasını bitirip, alkışlarla kürsüden inerken Doğan Kuban, acaba onca seneden beri görevde olan bu yönetimin, o eleştirisini yaptığı yapılanmada ne kadar rolü olduğunu hiç düşündü mü?

Kendisinin ne kadar rolü olduğunu düşündü mü?

O sırada kulaklar bantları geriye sardı ve eski yönetimin genel sekreterinin sene sonu işlerini anlattığı konuşmayı yeniden çaldı.

“Biz bu onaylamadığımız projeler için raporlarımızı yazıp, gerek inşaat firmasına gerek yatırımcıya gerekse yerel yönetime teslim ettik. Ama onlar bizim raporlarımızı gözardı ettiler.”

Ne güzel söylüyordu.

Kimsenin sizi ciddiye almadığı bir ortam...

Asla etkin olmadığın bir oyunda, etkinliğini arttırmaya çalışacağına, anlamsızlığının anlamlanmasını başkalarının gönüllü ön kabullerine bağlamak.

Sonra da çaresizliğini çaresizce dile getirmek: “ama raporlarımızı dikkate almadılar...” !!

Ne yazık ki, bazen bir şeyin işe yarar görünmesi ya da en basitinden varlığını sürdürecek bir neden bulabilmesi için, karşıtının güçlenmesi gerekiyor. Hatta öyle bir durumda o şey karşıtının güçlenmesine izin verecek olan mekanizmaları, bilinçli ya da bilinçsiz, çalıştıracak eylemlerde de bulunabiliyor. Ve tüm bunlar yetmemiş ise, eğer karşıt olunan, bu mekanizmalara yetişemediyse bir anlam bulandırması ve hedef gösterme ile o karşıt olunanın karşıtlılığı, başka bir farklı karşıta yamanıp, feryat edilebiliyor.

Ben olmalıyım; işte buna karşı!

Pazar günkü seçimlerde aynen böyle oldu.

Kurultaylarda Atatürk’ün adını, laikliği, Cumhuriyeti dilinden düşürmeyenler, bu ülkenin kurucusunun ve kuruluşunun en temel dürtüsünü unuttular.

Sürekli, agresif, aktif devrim.

Tüm ilkelerin yanında ışıl ışıl parlayan ve diğer ilkeleri ataletten, tabular haline gelmekten koruyacak olan inkilapçılık, ya da dillendirilmeyen söylenişiyle, devrimcilik.

Devinimi ilerlemenin önşartı olarak düşünen, ve seçimler sırasında, öncesinde ve sonrasında mimarlık için mimarlar grubunun düşüncelerine destek veren biri olarak kaybedilecek zamanlar için üzülüyorum.

Söylemlerin hastalıklı benzeşmelerinin ilan ettiği edilgen eylemsizlik güncesi bu sayfa sayfa yazıp okuduğumuz.

Eskinin zaferlerini diline dolayıp, kendi eylemsizliğini ve başarasızlığını gizleme dürtüsü bu. Yansıma: “1950 den beri süregelen karşı devrim / 1950’den beri kentlerin bozunması” tanımlamaları.

Devrim yanlısı olup da karşı devrimin tespitini yapan biri, kendisini o karşı devrimin güç kazanarak gelişmesinin bir nedeni olarak görmez.

Bugünden bakıp onu tanımlayabiliyorsa, ve o tanımlanan güçlenerek yarına etkiyorsa o durumda tanımlayan, karşı devrimin karşısında olan, o güçlenişin bir nedeni olarak neden kendisine, eylemlerine ya da eylemsizliklerine bakmaz?!

Kendisi dıştadır, tespit eder, eylemsizdir.

Ama onu anlamlı kılan “karşı” daima ordadır, ve nedense hep güçlenir.

Kuban’ın vurguladığı, mimarlık ihtiyaç tipinin niteliği hakkında kendisinin ürünü, çözümü mimarlık tipi nedir?

Yoksa gösterdiği alana ilişkin söylemi sadece bir tespit mi?

O mimarlıklar orda birden bitmediğine göre, gün be gün onların biçimlenişi sırasında kendi eylemi ne olmuştur, olmuş mudur?

Şu anki o görüntü karşısında kendini ya da düşüncesini sorgulamış mıdır hiç?

_Aaaaa_

Bugün İstanbul denilen bu kentin, mimarlık ve kentsel hayatın işleyişleri adına yenilgilerinin sorumluluğu bugün mezun olan ya da son 15-20 yıldır mimarlık yapanlara mı aittir yoksa ülkenin ve kentin mimarlığını oluşturduğu iddasında olan daha eski nesillere mi?

Kurtuluş savaşı sonrasında, meclisteki milletvekillerinin birinin çocuğu, meclisi dolaşarak, elindeki anı defterine, meclis üyelerinin kurtuluş savaşı sırasında yaptıklarını, anılarını ve kendi hayatlarından çıkardıkları tavsiyeleri yazdırmaktadır. En son Atatürk çocuğun uzattığı deftere bir not yazar.

“Başkalarının başarılarının anılarıyla bu defteri dolduracağına, ilerde kendine ait başarıları yazdığın bir defterinin olması niyetiyle çalışman temennisi ile.” M.K.