Totaliter rejimlerde, mimarlığın birey ile yönetimsel erkler arasında kurduğu ilişki, bugün, demokratik olarak tanımlanan toplumsal yapılarda, farklı bağlamlarda halen sürmekte.
Totaliter rejimlerin yönetimsel erklerinin, kendi yönetimsel baskınlıklarını ve yönetimsel güçlü imajlarını, büyük, saran, baskılayan, kullanıcıyı ( bireyi ) egemenliği altına alan, onu sarsan, ürküten, güven veren, gaza getiren, algı bulandıran ya da algıyı yönlendiren yapılarla cisimleştirmesi ve yaşayışa dahil etmesi fikri, bugün inşa edilen, kurumsal binalar ve kültür yapılarında da uygulanıyor. Zaman yönetimsel birimleri değiştirmiş, egemen güçleri farklılaştırmış ama onların kendilerini temsil etme araçlarını çok da değiştirmemiş görünüyor.
Kentlinin, bugün bir özel kuruluşun marka binasıyla girdiği ilişki, totaliter dönem yönetimsel ya da kamusal binalar ile girilen ilişkiden çok da farklı değil. İmgesel güçlü mesaj yanında, yine benzer kontrollü geçişler ve seçici kontrollü değmeler ile kurulan bir kullanım ilişkisi. Çok belirgin konumlar yaratan, sınırlar çizen bir ilişki.
Tüm bunlar, zaman içinde yönetim ve yaşayışlarda biçimsel dönüşümler gerçekleşmiş olsa bile, yönetimlerin, hakim güçlerin kurgularının yapısal değişiklikler gerçirmediğini gösterir nitelikte.
İlişkilerin herhangi bir, radikal yeniden kurgusu yok.
Kurguların sözdeki temsilleri ne olursa olsun ( demokrasi, geçirimlilik, yanyanalık, katılım vs...) algı zorlayan, güçlü imgelerle çözümlemeleri zorlaştıran yapılar ya da ölçek küçülten farklı malzeme tercihi ve biçimsel düzenlemelerle daha dost ve insancıl görünmeye çalışan yapılar.
Diyagram aynı, sadece çizilen kalemin rengi değişik; ve herkes farklı renkleri sever.