rüzgar yine durdu. bilmeyenler için; ülkenin, dünyanın diğer güzide yerlerindeki güzel insanlara; buranın görüntüyü buğulaştıcı hipnotikliğinden uzak, kendi bulundukları yerlerin, buğulaştırıcı hipnotikliğinden buralara bakarak uzaklaşmaya çalışanlara duyrulur. istanbul, sıcak ve esmiyor.
akşamla beraber çöken bir durgunluk bu, gündüzleri böyle olmuyor.
iki gündür okuduğum bir kitaptan alıntılar yayınlıyorum. gezmek ve kaybolmakla ilgili. yersiz olmak, yersizliğe kaçmak, kaybolmak, seyahat etmekle ilgili iletiler. göçebelerden yola çıkarak temellendirilen bir kitap. "yürümeuzlamı" olarak çevrilebilir.
fiziksel mekanın biçimlendiriciliğine, bedensel varoluşumuzun düşüncelerimize ne kadar hakim olduğuna işaret ediyor okuduklarım. öyle ki insan ister istemez, fiziksel mekandaki kayboluşun zihinde yarattığı yurtsuzluk, güvencesizlik, bilinmezlik hissine odaklanıyor. ya da tüm bunlara baktığı yere göre, imkanların sonsuzluğuna, ihtimallerin bilinmezliğine...umutlu ya da umutsuz ya da ikisinin ne ortasında ne de dışında her ikisine de bulaşık bir ruh haline.
fiziksel mekanda kaybolmak, yolunu kaybetmek; mücadele ( ki mücadele ediş ya bildik yere varmak için ya da kendi bildiği ortamı kaybolduğu alanda yaratabilmek için veriliyormuş gibi algılanır çoğu zaman, ama mücadele bir oluş olarak ele alındığında, önkabullü didişme dayanaklarından bağımsız, bir garip boşluk olarak kavrandığında ); akılda, yolunu, amacını, inancını, kendini, diğerini, bir nesneyi, ya da siz adına ne derseniz deyin; arayan için de benzer.
akıldaki yolculuklar, geziler, bilgeliğe ulaştırabilir anlamı buradan yakalanabilir.
ama yakalanan tabi ki sadece dilde kurulan bir bağlantıdır. yaşanana kadar yazılanlar, birbirimizi benzer bağlamlarında doğrulanmaktan ya da yanlışlanmaktan başka işe yaramayacaktır. çünkü akılda gezgin olmak, bedensel gezginden farklı olarak ne yazık ki, ortamı kökten değiştirmez. kişi kendine, kendi kendine, kendinin o anda hangi yanındaysa, diğer(ler)ine sezdirmeden ortamlar kurar.
e tabi şu da var. bedensel olarak mekan değiştirmek, aklın kendi içinden çıkmasını, içine düştüğü dert ettiği ya da sıkıntı duyduğu kısırdöngüleri aşmasını doğrudan sağlamaz. kaç kere, gidip de gelemedi, gelip de gidemedi akıllarımız, bu da yazının kendi iç çelişkisi olsun.
çok korkup paranoyak olmanın alemi yok, zaten öyle olmadığımız mechul iken, bunun doğrulamasını yapmanın da anlamı yok.
akılda yolda olmak, kaybolmak, varmış olmanın korkunçluğunun anlık anlaşılmasından daha dehşet verici değil.
daha yorucu belki evet.
ama herakleitos, sürekliliğin yoruculuğundan, gerçek dinlenmenin ise değişimden geçtiğinden bahsediyor.
yolla dinlenmek, kilometrelerce, düşüncelerce dinlenmek...
neyse, korkunun da zaten ecele faydası yok.
aklın dağınıklığının içinden, dağınıklığın bir olumsuzlanmış hal olarak değil, bir varoluş durumu olarak ele alınmasıyla, kendimizi ve içinde var olduğumuz çevremizi sezmeye çalışırsak, kesin biçimsel ya da izleksel örüntülerimizin kısırlığının, buğulanmışlığının farkına varabiliriz.
kendimizin ve başkalarının.
başkalarından ve kendimden biriktirdiğimce söylüyorum, yani bence.
ünlü bir atasözünde de dedikleri gibi:
herkesin tuttuğu kendine.
akşamla beraber çöken bir durgunluk bu, gündüzleri böyle olmuyor.
iki gündür okuduğum bir kitaptan alıntılar yayınlıyorum. gezmek ve kaybolmakla ilgili. yersiz olmak, yersizliğe kaçmak, kaybolmak, seyahat etmekle ilgili iletiler. göçebelerden yola çıkarak temellendirilen bir kitap. "yürümeuzlamı" olarak çevrilebilir.
fiziksel mekanın biçimlendiriciliğine, bedensel varoluşumuzun düşüncelerimize ne kadar hakim olduğuna işaret ediyor okuduklarım. öyle ki insan ister istemez, fiziksel mekandaki kayboluşun zihinde yarattığı yurtsuzluk, güvencesizlik, bilinmezlik hissine odaklanıyor. ya da tüm bunlara baktığı yere göre, imkanların sonsuzluğuna, ihtimallerin bilinmezliğine...umutlu ya da umutsuz ya da ikisinin ne ortasında ne de dışında her ikisine de bulaşık bir ruh haline.
fiziksel mekanda kaybolmak, yolunu kaybetmek; mücadele ( ki mücadele ediş ya bildik yere varmak için ya da kendi bildiği ortamı kaybolduğu alanda yaratabilmek için veriliyormuş gibi algılanır çoğu zaman, ama mücadele bir oluş olarak ele alındığında, önkabullü didişme dayanaklarından bağımsız, bir garip boşluk olarak kavrandığında ); akılda, yolunu, amacını, inancını, kendini, diğerini, bir nesneyi, ya da siz adına ne derseniz deyin; arayan için de benzer.
akıldaki yolculuklar, geziler, bilgeliğe ulaştırabilir anlamı buradan yakalanabilir.
ama yakalanan tabi ki sadece dilde kurulan bir bağlantıdır. yaşanana kadar yazılanlar, birbirimizi benzer bağlamlarında doğrulanmaktan ya da yanlışlanmaktan başka işe yaramayacaktır. çünkü akılda gezgin olmak, bedensel gezginden farklı olarak ne yazık ki, ortamı kökten değiştirmez. kişi kendine, kendi kendine, kendinin o anda hangi yanındaysa, diğer(ler)ine sezdirmeden ortamlar kurar.
e tabi şu da var. bedensel olarak mekan değiştirmek, aklın kendi içinden çıkmasını, içine düştüğü dert ettiği ya da sıkıntı duyduğu kısırdöngüleri aşmasını doğrudan sağlamaz. kaç kere, gidip de gelemedi, gelip de gidemedi akıllarımız, bu da yazının kendi iç çelişkisi olsun.
çok korkup paranoyak olmanın alemi yok, zaten öyle olmadığımız mechul iken, bunun doğrulamasını yapmanın da anlamı yok.
akılda yolda olmak, kaybolmak, varmış olmanın korkunçluğunun anlık anlaşılmasından daha dehşet verici değil.
daha yorucu belki evet.
ama herakleitos, sürekliliğin yoruculuğundan, gerçek dinlenmenin ise değişimden geçtiğinden bahsediyor.
yolla dinlenmek, kilometrelerce, düşüncelerce dinlenmek...
neyse, korkunun da zaten ecele faydası yok.
aklın dağınıklığının içinden, dağınıklığın bir olumsuzlanmış hal olarak değil, bir varoluş durumu olarak ele alınmasıyla, kendimizi ve içinde var olduğumuz çevremizi sezmeye çalışırsak, kesin biçimsel ya da izleksel örüntülerimizin kısırlığının, buğulanmışlığının farkına varabiliriz.
kendimizin ve başkalarının.
başkalarından ve kendimden biriktirdiğimce söylüyorum, yani bence.
ünlü bir atasözünde de dedikleri gibi:
herkesin tuttuğu kendine.