yolda

Belki altıncı ya da yedinci seferinde, üsküdar kabataş motorunun, uykusuzluğun da verdiği o kafa haliyle, çevreme baktım. Beklentisiz, tartmadan.

İnsan bu algı biçimine düşmek için bile uykusuz kalmayı tercih edebilir.

Çok insan gördüm.

Çok sessizdi.

Anne-kız vardı.

Belirgin yüz hatlı bakımlı bir anne ve ona benzeyen kızı. On-onüç yaşlarında.

Uykulu değillerdi. Hiç konuşmadılar.

Bir adam vardı, uykulu ama mutlu-huzurlu. Saçları gür, gözlüklü.

Başka biri uyanık, saçları seyrelmiş, ekoseli bir gömlek giymişti. Elinde iddaa oyun dergisi. Hızlı, tedirgin değil ama telaşlı hareket ediyordu.

Neyse bakıyordum işte.

Tekne sallınıyordu. Sonra çok garip birşey oldu yolun ortasına doğru.

Kız annesinin göğsüne başını koydu, başının doğrultusunda boğazı izlemeye başladı. Annesi de kendi başına ona doğru eğdi ve diğer yöne doğru manzaraya baktı. Çok uzun süre, inmeden az evvel ki ana kadar, öylece durdular. Hiç konuşmadan, hiç duruşlarını bozmadan.

Teknenin sallantısında, zamana bağlı değilsen, bir yere yetişmen gerekmiyorsa, saate de bakmıyorsan, teknenin sallantısı zamanı çekiştiriyormuş, esnetiyormuş gibi geliyor.

Anne kız da bunu kolaylaştırıyordu. Durağan ve sabit.

Bir sağa bir sola.

Mutlu-huzurlu adam gülümser bir şekilde çoktan uykuya dalmıştı. Bir adam masaya kapanmış uyuyor, bir kadın cama başını yaslamış, gözlerini bir açıyor bir kapıyor, bir uykuya dalıyor bir uyanıyordu.

Sadece izlemek ne kadar da gizemli.

Açık açık izlenirken izlemek...

Kişilere ve kişinin kendisine dair ne kadar çok şey çağrıştırıyor sonrası. Ama “sırasında” çok sessiz, dengeli ve beklentisiz olabilirsen.

Aksi taktirde, yine monolog, yine hep aynı.


[ olafur arnalds ]