soru

şimdi sakin olalım.
heyecanlanmaya gerek yok.

biraz fazla görünce, insanın içinden bir ses mahçup bir tavırla bildiğinin herşey olmadığını bilip ama yine de çok şey olduğunu söylediğinde, bir resim belirmeye başlıyor...

matrix'teki gibi, tüm işleyişler çözünüp gözlerinin önüne seriliyor. ilişkiler, tesadüfler, belirlilikler, belirsizlikler, elde olanlar, dayatılanlar... gibi şeyler.

bunların girdabında aklımdaki imgeler kendimden yükselip, uzaya çıkıyor ve gezegenden uzaklaşıyor...
carl sagan'ın dediği gibi, sonsuzlukta küçük zor seçilen mavi nokta dünya; yine tesadüfen carl sagan'ın filmleştirilmiş kitabı mesaj da olduğu gibi, hızla siliniyor, nebulaları galaksileri geride bırakarak...

en yukarıda derin bir sessizlik oluşuyor. uzay boşluğunda nefessiz kalınsa his bu olacak herhalde diyor insan. donuk bir sıkıntı ama katlanılabilir ve durağan. gündelik hayatın içinde yaşamı biçimlendiren her ilişki saçma geliyor o an; saçma ve boşuna.
herşeyin saçma olduğu içten içe bilinerek, dayatılan, öyle olmak zorunda bırakılan, mahkum kılınan, öyleleştirilmiş ve öyleleştirdiğimiz hayatlarımız, bize çoğu zaman bu yüzden ağır ve uzlaşılmaz geliyor.

o hisle bakabilmek ve o yaşantıyı anlattığım gibi görebilmek ise çok büyük bir uyumsuzluk ve didişme.
böyle bir insan olmanın zorunluluğu mudur bu?

insan bir seçim yapsa, görüntünün dediğini ya da sadece yaşantının getirdiğini seçebilse yine de insan olabilir mi?

hayal, uzlaşıyı yaratıyor.
ikisinden birini değil ikisinin dışında birşeyi seçmek gerek diyor. neyi olduğu görünse zaten hayale gerek kalmayacağı için havada kalıyor teklif.

peki ne seçmeli?
o tıkanık soluksuzluğun içinden, yollar görevler hedefler beliriyor. nefessiz kalıp tamamen bayılmadan önce görme sinirlerinin oynadığı o pırıltılı patlamalar oyunu gibi, birşeyler yanıp sönüyor.
bir iyi seçmeli; bir yol; onda yürümeli; gündeliğin getirdiği didişme ve saçmalıklar ne olursa olsun o yol için, o yoldayken karşıma gelmeli; nedenleri yol olmalı. yürüken tasarlamalı, tasarımın kendisi yürümek olmalı, yürüdükçe akıldaki olmalı...
başlangıç ve bitişlere bu kadar uyumsuzken; ölümle ilişkimizi çözememişken; onu kabul etmemişken; her sonucu o didişme içinden içten içe okuyup, her eylemi o sonucun evrensel karaterinin korkutması içinden çekinik sürdürürken...mümkün mü?

insan korktuğunda duraksıyor, cesurken ise eylemde bulunuyor. bu gerçek...
gözlerimi kapatıyorum.