na dair

kafayı bulandıracak kadara alkol almayınca, akılda bir iki kaliteli soru olunca beyin rahat çalışıyor. birkaç saatlik bir akşam gezmesinin verdiği keyif, çıkmadan önce uyumuş olmanın verdiği o uslu hal içinde katlanarak artıyor.

dingin bir şekilde susmak, kendine, gördüğüne duyduğuna dönmek...

uzaktan bir kadın, sokak girişinde gecenin bu geç saatinde dükkanı önünde dinlenen esnafa soruyor "bu sokağa bir kadın koşarak girdi mi?" diye. soran kadının sokağa girmemesinde koşarak diğer yönde gitmesinde sesini işitmediğim adamın cevabı; kadının topuklu ayakkabılarının sesi yankılanıyor.

75m ileride ortalık kaynıyor, bar bar üstüne, lokanta lokanta üstüne, her yer fıçı efes...
sokak ise sessiz, sessizlikte anlık gözüme takılan şey uyuşturucu bir soruya dönüşüyor; şu önümdeki dolabın o kenarı kimbilir ne kadar uzun süredir duvarla o açıda duruyor.

ben birşeyler yerken, fırıncı gecenin ortasında bugünü kapatıp yarını açıyor...

o her zaman ki rengarenk manav, vitrindeki herşeyi hortum ile suluyor...bodrumda hediyelik eşya ya da ıvır zıvır satıcılarının gecenin ortasına kadar garip ama anlaşılır şekilde açık olmalarından daha da garip bu manavın hali...

hikaye çok heyecanlı bir yerde şimdilik bitiyor; varlığını o mahalleye adını vererek taçlandıran vişneler çiçek açmış, yapraksız kahverengi gövdelerin üzerinde bembeyaz, öbek öbek...

herşey zamana dairse, zaman bir kavramsa ve gerçekte yoksa, bize ne kalıyor?

tüm gördüklerim, kokladıklarım ve duyduklarım arasından fikirler damlıyor:

beklemek olabilir de aramak nafile...
aranan, arandıkça hep başkası oluyor.