Je pense à ces deux dernières semaines


geçen günlerden tesadüfi parçalar seçip onlar üzerine düşünüyorum...
izmir ne kadar serin ve yağmurluydu. parlak mavi mayo, sarı tshirt gri rüzgarlık...denize girerim diye gittiğim yerde, bulutların bir açıp bir kapamasıyla değişen tüm renkleri üzerinde taşıyan bir palet gibi geziniyorum.
ayakkabılarımı ıslatacak kadar hevesle denizin kenarında dururken serin rüzgar girmeme izin vermiyor.
suda vakit geçirmemenin kazandırdığı zaman ile, antik ziyaretler yapıyoruz. yaklaşırken yol üzerindeki claros'ta tamam ben bu denize girerim dedirten güneş teos'ta ortalıklarda yok ve yağmur iri damlalar halinde bastırıyor.
birkaç yüzyıllık zeytinler, bizlerin telaşlı ıslanışına aldırış etmiyorlar bile. onlara uyup acele etmeden bu fotoğrafı çekiyorum. ege dediğin böyle bir yer... garip şekilde hep yeşiller ve görünmeseler bile derinde hep mavi.
yanan ormanların içinden geçtik. gölgelerini düşündüm. en çarpıcı olan oydu. nasıl da mekan tanımlıyordu, düşündüm. o mekan dediğimiz, terimleştirerek nesnelleştirdiğimiz, uzağımızdaymış gibi duran ama bizzat bizim içinde misafir olduğumuz yaşamın nasıl da esas öznesi.

aklımda Mimar Sinan Üniversitesi'ndeki etkinlik vardı. biraz da olsa. ne yapılır, nasıl olur diye düşünürken; önceden konuştuğumuz iplerin arkasına koltuk ve ışık koyma işinden vazgeçtim.
bazen bazı insanların bana sorduğu soruyu bu sefer kendime sordum. "tüm bunları neden yapıyorsun" ne yaratıyoruz, ne paylaşıyoruz, anlamları ne, doğurtmanın kıyısına ne kadar yaklaştırıyor? partiler eğlenceler sohbetler...

ege'den mi bilmiyorum, sokrates'i hatırladım.
dedim ki: birşey yapacağım. uzak tutacak, zorlu görünen tereddüte düşürecek...birazcık güvensiz hissettirip, bir yandan da içine çekecek. cesaret edip içine girenler, kenarda duranlar, dışında kalanlar gibi kendilerini güvenceye almamış, oynamaya, bulaşmaya cesareti olanlar, sonuna kadar giderlerse birşeye ulaşacaklar... merak etmek, cesaret etmek, eyleme geçmek ve oynamak üzerine birşey olsun istedim.

birşey dağıtmak istedim. yerleştirmenin kendi deneyiminin yanında, oradan ayrılınca da insanlarla kalacak, hatta gerçekten içine girerlerse asla onlardan ayrılmayacak birşey, onlarda kalsın istedim.
savunmanın içeriğine girmeyeceğim. merak edenler alıp okur ve benim insanlara ne yansıtmak istediğimi daha iyi anlayabilirler.

sahaflardan kitapları topladım. adres avrupa pasajı( aynalı pasaj) yanındaki sahaflar... sokratesin savunması o muhitte zor bulunanlar arasına girdi. uyarayım. kitaplar çeşitli tarihlerden çeşitli yayınevlerinden. aralarında 1965 basımı olan da var.

etkinlik geçti. yerleştirme güzel oldu. biraz daha yoğun olsaydı daha da güzel olurdu, biraz da keşke kendinden aydınlatması olsaydı...tek başına düşük bütçeli eylemler böyle oluyor. kısa zaman az malzeme ise bir kısıtlama değil aksine özgürlük ve verimlilik sağlıyor. işi zorlaştıran kişinin azlığı en temelde.

şimdi dönüp dönüp o geceyi ve o gece gördüğüm insanları düşünüyorum. aklımda tatilci hisler...daha imkan yok ancak, başkalarından hayaller ödünç alıyorum. arada sırada da aksesuarlar...

sıcak boğmuyor, kafaya vurup aklı alıyor, yerine eğlence doluyor.
bu arada 1965 basımı olan kitabı kendime ayırdım... o kadarcık da hakkım olsun.