sisten izler



yedi aralıkta blog'a yazmışım.


sisten izleriz,
birden öylesine;
üfleyince yok...

bu mısraları daha sonra geliştirip, küçük bir başarısız beste ile, ortalama bir şiire dönüştürmüştüm.

sisten izleriz,
bir üfleşsek kayboluruz,
bir daha biraraya 
gelmemecesine.
ne sendedir 
suç
ne bende.
sisten izleriz.
bil.
bu böyle.

bizi hatırlayan en son kişi ölünceye kadar varız. sonrasında ise yok...
bu an için sonsuzmuş gibi olan hayatlarımız, sonsuzluk karşısında ise yokmuş gibi. muğlak, narin...
bu yüzden, hayat boyunca yapabileceğimiz belki sadece bizleri hatırlatacak olan izleri bırakmak....yol, çeşme vb. den daha öte, kişilerde kazınmak...

baykuşlar atölyesinde aklımda bunlar vardı.
oraya gitmek, orayı içine almak...yemek, içmek, tozunu yutmak, tuzuna bulanmak...
oraya gitmek, insanlarla tanışmak, insanları tanıştırmak, birbirlerini birbirlerine kışkırtmak, uzun zamandır ya da hiç yapmadıklarını onlara yaptırtmak, onları yaşamdaki şeylere karşı kışkırtmak...

birini çok sevdiğimizde, hafif yamyamca deriz ya: yerim seni!
işte nobonik terste noku!
yiyerek ya da yerken sevmek...

birşeyin içinde kaybolma kıvamına ya da şeylerin içimizde kaybolması kıvamına varınca da orada yaşadığımız şeylere dair anıları, kimliklerimizi, o günü anlatan göstergeleri bir sandık üretip ona koyup, birgün ileride bulanla yeniden hatırlanmak istedim.
klasik bir film senaryosu...
bir şişe, bir harita...
merak ve macera...
takip ve keşif...