konya

Senin canında bir can vardır. Sen o canı ara!
Senin teninin dağında çok kıymetli bir inci bulunmaktadır.
Sen o incinin madenini ara!
Ey Hak yolunda yürüyüp giden sufi!
Eğer arayabiliyorsan, onu sen kendinde ara,
Kendinden dışarda arama!



demiş mevlana.


yüzler, konya'da camilerde, türbelerde arıyorlar.
önce hediyelik alışveriş, ardından camiye giriş, grup halinde teyzeler amcalar, genç kız grupları, türbanlı tesettürlü küçük kızlar, otobüsler dizi dizi.
yerel turizmin canlandırılması örneği; e vatikan da böyle, diyenler...
dertlerim oralar için de aynı.


inancı, inatçı ticarete dönüştürmek; tinsel olanı maddeye bağlamak; gördüm demek, "böyledir" diyenden dinlemek, "öyleymiş" diye bellemek ve aktarmak... olan biten sonunda şu: mesnevi'nin 1289 yılındaki bir el yazmasını gören adam yanındakine diyor; işte yüce yaradan nasıl yaptı ise ta o zamanda yapılmış bu kitap nasıl da böyle kalmış, canlı renkli, o zaman ne internet ne birşey.
herşey karışmış. kısa devre, tütüyor...hoş tabi ampül, ışık gündelik hayatın inanç dilinin parçası olunca, bazı yanıklar oluşuyor.
tam o sırada, 1200'lerden lordların kontrolündeki kilise arşivlerinden, ticari yazılı belgeler aklıma geliyor. yaradanın her yaratısına olduğu gibi, yazı, kağıt ve mürekkebe de eşit yaklaştığını düşünüyorum.


yolda yürürken, eğer sorun erkeklerin yoldan çıkması ise ( ki bakışlardaki yargılama ve meraklı keşiften anlaşılan bu ), kadınlar yine dilediklerini yapsınlar; türbanın, tesettürün özgürlük ve ibadet olduğuna inanıyorlarsa; ama erkeklerin gözlerini bağlayalım. örtüyü erkeğe geçirmek gerek. gerek çünkü onların gözünün baktığı, gördüğü, bakışın anlattığı ile açıkça anlaşıldığı üzere, ne inanç ne ibadet.
kadınlara çektirdiklerimizi düşündükçe, onların tüm erkekleri yok etmemelerini anlamak zor. tek neden yine ancak onların inceliği olabilir. ama diyorum: bize iyi davranmayın.


halbuki hititlerde friglerde durum böyle mi?
anadolu medeniyetleri müzesi: kadeş anlaşmasından sonra, kralların birbirleri ile anlaşması yetmiyor, mısır kraliçesi ve hitit kraliçesi arasında yazışmalar yapılıyor. asur kil tabletlerinde, kadın adamın anadoluda bir daha evlenmemesini boşanma tabletine şerh düşüyor.
şimdi ise kadın varsa yoksa kıyafet. 
taşrada da, istanbuldaki plazada da çok şey değişmiyor sayemizde. 
ama o adam adam gözler, bakışlar...
içe açılan kapı aralığından karanlığı sızdırıyor.



aziziye camisi, minareleri ile ana yoldan sapmayı cezbediyor. dev yivli sütunlar ucundaki mezopotamya coğrafyasına ait şerefeler yivli sütunlara akantus yaprakları ile geçiş yapıyor. ortaköy ve dolmabahçe camilerini andıran dev pencereler... bilgi tabelasında barok ve rokoko tarzında diyor.
son cemaat yerinin döşemesinde rumca yazılar, konya'nın eskisini okutuyor. 1895'teki nüfus bilgilerine göre 42318 müslüman, 1566 ermeni, 899 rum nüfus (wiki)

konya içinde çok gezemedik. ankara konya yolunun uzunluğu gezilecek zamanı sıkıştırınca, göze yol üstündekiler takıldı. gökdelenler, büyük binalar, ağaçlı yollar, uydu görüntüsü ile desteklenen düzenli sokaklar. 
batı anadolu eşiğinden sonra her yerde garip tümsekler gibi görünen höyükler. kerpiç malzemenin şişkin yıkıntıları...konya'nın merkezindeki alaadin tepesi gibi bozkır ortası tümsekleri yaratıyor.
kentsel dokuda hala sakin, yakışıklı örneklerini görmek mümkün.
Bu da rumi otel!
o kadar sevdim ki, renkleri, herşeyi!
uzun zaman önceki son gelişimde daha çok bisiklet görmüştüm, gece buraya bisiklet bırakmayın tabelasının altında koyunlar gibi kalabalık sokulan bisikletler, gün vakti kullanımda oldukları için mi yoktular acaba. sokaklarda da tek tük? neredeler, arada neler oldu?