şaşırmıyorum.

burada gezip dolaştıkça, bazı şeyleri anlamaya başlıyorum. türkiye'de öf pöf dediğim, neden böyle diye düşündüğüm şeyleri mesela. demokrasi, özgürlük gibi kavramlardan başlayıp, kentlere, mimarlığa, kaldırımlara ve daha da farklı şeylere inceltilebilecek pek çok kavramı ne kadar 'bedavaya' yaşadığımızı anlıyorum...cumhuriyet'in olumlu anlamda getirdiği ne varsa; bugün onlara ne kadar kolay, ucuza, çabalamadan bizim dediğimizi ve yok olma ihtimallerini görünce ne kadar çok boşa gürültü çıkardığımızı ama hiç ateşe atlamadığımızı anlıyorum...
özellikle son yirmi senede bir sonraki yirmi sene için hiç de çetin savaşlar verilmedi, bireylerin tetiklediği kitlelerce...


museé de la vie romantique'de geziyorum tesadüfen...1735'ten kalma planlar, peyzaj çizimleri. şöyle şeyler:



bugünün plan kesit görünüş ile kurulan anlatım dilinin aynısı, el çizimleri ile perspektifler, plan ve görünüş arasındaki ilişkiler, plandan perspektife dönüşen çizimler...
insan kendi yaşadığı çağın çok üstün olduğunu düşünür ya hep. geçmiş ya da geleceği düşünmek için bunlar kafaya gözden giren iyi fitiller oluyor; hızlı etkili.
1735'ten peyzaj teknik çizimi mi olur diyorum. oluyormuş. türkiye'de saray, köşk, kasr bahçeleri planları, bitki envanteri notları vs . var mı diye düşünüyorum. ya da sivil ya da saray mobilyaları üzerine araştırmalar vs.
şimdi hızlıca baktım, birşeyler var; daha da bakmak gerek...
o zaman bunlar üzerine düşünüp hayal kurma araç ve yöntemlerini geliştirince, bugün de geleceğe dair hayal kurma ve onları gerçekleştirme araçlarını yaratma tasasına düşülüyor haliyle...
anlatımın dizgisine göre ters işleyen sergilerle karşılaşmalarım, düşüncenin kurgusu gereği cite de l'architecture daki sergiyi tam da bu anlatım sırasına koyuyor.


geleceğe dair fikirler, verimli kent sergisinde...trocadero daki binaların yuksek tavanlı temelleri arasındaki galerilerin içinde tropik bitkiler...ışık ses, videolar herşey insanı havaya sokuyor, kapılıyorsun...

farklı ülkelerden, kentteki peyzajı yeniden düşünen projeler. illa beraber de değil. yanyanalıklarını anlamsız bulan fikirlerden, geleceğimiz olsun istiyorsak mutlaka beraber olmalarını düşünenlere kadar...

   


projeleri gördükten sonra, üst katta on, on iki kişi ile yapılmış röportajlar, kentin içinde doğaya peyzaja dair...yeşile gerek yok; iyi kentler yapmak için tasarımcılara ilk yıl biyoloji dersi verilmeli; kollektif bahçeler; kentlinin ruh halinin kente girmiş doğanın yalanını anlattığı...peyzaj mimarları, sosyologlar, yazarlar...
zaten bunlar üzerine böyle konuşulduğunda birşeyler oluyor; yoksa körlerin ve sağırların ortak düzenlediği partilerle değil...


bizden en vahşice çalınan, hayallerin gerçek olabileceğine dair inanç; sonra onu var etme yöntemlerinin yaratılabileceğine dair heves ve tartışma/araştırma/tartışma döngüsel güdüsü.


bunların olmadığı bir yerde de herşey ne kadar da yavan; herşey nasıl da öylesine elde edilmiş; ve bu sayede öylesine kolayca harcanabilecek durumda. çabalar ve mücadele nasıl da korkunç; bu yüzden verilmiş olan ne kadar zehirli olsa da yine de iyi!


tabi herşey çok kolay değil. düşünüyoruz biraz sağa sola bakıyoruz, Barış diyor ki, bugüne kadar yaklaşık 80 gazeteci cinayeti var, Osmanlı'nın sonundan bugüne kadar, sadece birkaçının faili biliniyor...nasıl da psikolojimizin ayarları ile oynanıyor. araştırmacı, farklının, alternatif doğrunun sesi olabilecek hırslı meraklı cesur görüşü ne olursa olsun, 80 insan desek, iyi bir araştırmacı gazeteci yazarın 40'lı yaşlarında verimli çağına ulaştığını düşünsek, zaten herhangi bir gelenek yerleşmeden mevcut jenerasyonun belleğinden böylesi bir uğraşı silmiş oluyorsunuz. inanılmaz...


daha mücadeleler verilmedi. daha ne alt kimlikler, ne özgürlükler, ne kavramlar, ne yaratılar, ne savaşlar keşfedilecek, kaybedilecek, kazanılacak, kurulacak, yapılacak...sith jedi çekişmesi gibi, kaç kez güce denge gelecek tarafların niyetlerinin erdemine bakılmadan, kaç napolyon, kaç devrim, kaç barikat...
biçimlerini de mücadelesini seçtiğin hayalin karakteri bugün belirleyecek. yarın onlar olurken değil...