çözümü biliyorum.

şimdi ortalık yine karışık. 
ortalığın özellikle bulandırıldığını da biliyorum. hayal kurmaya, istediğini yapmaya alan bırakmamak için yapıyorlar. aklı işgal ediyorlar.
oyunun kendisi bu. tuzak olan oyunun; olanın tam da kendisi.


bombalar patlıyor, gösteriler yapılıyor, kadınlar öldürülüyor, kızlar taciz ediliyor, erkeklerin ağzının suyu akıyor, akan sulara şükrediliyor, karşılarına çıkanlar içki diyor masa diyor, yaşam tarzı diyor, doğa katlediliyor, herşeye bir değer veriliyor, ekonomik değerler hergün oynaşıyor...


kendi içini sakinleştiremeyen yönetici başkasına akıl veriyor, tehdit ediyor...
(bir dakika; bu çok güzel bir nokta çünkü sanırım çoğunluğun, okuyan ve yazan dahil içini anlatıyor)


histeri, kendine güvensiz bir erkekliğin başkasının organını ödünç alarak oyuna girmesi; ya da kendi arzuladığını   başkasına sunarak olan bitenle skor kaydetmek...


inancın kıyafete indirgenmesi ne kadar yüzeyselse, çağdaşlığın da kıyafete hapsolması, içkiyle sulanması da o kadar yüzeysel.
kıyametteki (çaresizliğin telaşıyla dokunmuş) inanç yoğunluğunun, çıplak bedenlerin yanyanalığını anlamsız hale getirmesi söylencesi ne derin bir inanışı anlatıyor aslında. inanış bedende değil, oluşunun yargısında.
ama yukarıdaki gibi, kendi içini sakinleştiremeyen her beden şeytanı dışında buluyor...


çağdaşlık da bedende değil. ne giydiğinle ne yeyip içtiğinle alakalı değil; yine oluşunun yargısında. çünkü bedenler ki ben şöyleyim böyleyim diyenler hep o olmadıklarını söylediklerine nasıl da dönüştüler. 


böyle olunca, bu iki durumun karşılaşması da karşılıklı bir tartışmayı değil tabi ki çatışmayı doğuruyor...
çözümü biliyorum. 
ben özgür bir yaşam düşlüyorum. gerçek anlamda özgür. sözde değil. zihni açık, geleceğe bakan, bugünden tad alan, hayal kurulan ve onları gerçekleştirmek için çalışılan çağdaş bir yaşam. 
herkes şimdi biraz sakinleşip sessizleşsin. yaşamak istediği hayatı örgütlesin. bunun biçimsel bir şekilde göstergelerle sağlanamayacağını ve artık kendilerinden başka bir kurtarıcının da olmadığını bilerek, olan bitenle yüzleşip, içi dolu şekilde ve dürüstçe örgütlesin. 
yahu şu hayat denilen şey ne ise, onu özgürleştirmek için içinde bulunulan durumların sınırlarında kenarlarında kırıklarında neler yapılabiliyorsa onları yapsın ve yaşasın! çevresinde beş on kişi ile beraber onları kendi hayaline katarak ve bencil olmadan onların da paylaştığı ortak hayallere katılarak...


bu iş yaşayarak, yaratarak ve yaşamı görünür kılarak olacak. didişmeler içinde çatışarak değil. 
ve tüm bu hislere rağmen didişmeler yaşanacaksa, onlar da yaşanacak, sıkıntılar çekilecek ama asla düşülmeyecek, her anlamda mümkün olan en uzun süre ayakta kalınacak ve hep hayale dair umut beslenecek.


hepberaber yaşayarak herşeyin nasıl evrildiğini göreceğiz. ama en azından içinden ve ona müdahil olarak; kendimize ait olmayanı izleyip, heyecanlanıp, üzülüp, sevindiğimiz ya da galibiyetler hissettiğimiz bir filmden farklı olarak.