beyoğlu güncellemesi - 1

onlar, dilin egemenliği farkedip, kavramlar üzerinden psikolojimizle oynamak oyununda uzmanlaşıldıkça,  bizim için herşey daha kolay kabul edilebilir hale geliyor.
yapılan son zamlar, nasıl "zam" değil de fiyat güncellemesiyse, Beyoğlu'nda son dönemlerde yaşananlar da herhalde yakın zamanda "kullanıma dair yasaklar" olarak değil de "kullanıma dair güncellemeler" olarak anılmaya başlanacak.

iç mekanda sigara içilmesinin yasaklanmasına çok sevinen biri olarak; asla resmi olarak böyle ifade edilmemiş olmasına rağmen, bu yasağın özellikle eğlence mekanlarındaki kitlenin azalmasına da yarayacağını umut etmiş, hatta hedeflemiş olmalılar diye düşündüm hep. gündelik hayatın çatlaklar yaratarak kendi etinden sızmasını sürekli dönüşerek yeni yollar yaratmasını sağlayan karakteri bu yasağın çevresini de sarmış, ve sokağın; belki de yasağı getirenler tarafından dehşetle izlenen bir coşkunlukla kullanılmasına neden olmuştu.

beklenen tenhalaşma iken, insanlar sokağın karakteri ile daha da kaynaşmış ve kalabalıklaşmışlardı. yeni sosyalleşme biçimleri ortaya çıkmıştı, gece-gündüz zenginleşmişti, etkileşim artmıştı.
bunun yanında, tüm bu kalabalıktan daha fazla faydalanmak isteyen işletmeler, sınırı belirsiz sokakta servis alanlarını genişletmiş, daha fazla insanı ağırlamak için sokaktaki masa işgal alanlarını büyütmüştü. bu da yürünemeyen sokaklar yaratmıştı. İşlerini kendilerini güvenceye alacak çeşitli yasal normlar üzerinden değil, gevşek yakınlık bağları ile sağlayan işletmeler, samimiyetleri çerçevesinde işletme alanlarının sınırlarını kendilerince tariflemeye başlamışlardı. Şeytanla yapılan anlaşma gibi...
Beyoğlu Asmalımescit'in şişerek kalabalıklaşması işte böyle olmuştu. Bu kitle buraya neden gelmişti, onlar kimdi, yeri, mekanı yaşantıyı ne kadar sahipleniyorlardı? Çok da önemli değildi.
Ramazan ayına yakın bir tarihte birden bire tüm anlaşmalar fes edildi. belediyenin özel boyalarla işaretlediği işgal alanları sanki yokmuşcasına herşey kaldırıldı. Sadece masalar gitti. Sokak yine aynı, orda durmak konuşmak, içmek içmemek yine serbest. Ama insanlar nereye gitti? O kalabalığa ne oldu? Onlar ne için oradaydılar ve artık neden yoklar ve neden çekiniyorlar, gelmiyorlar? yoksa korkuyorlar mı?

Eric Fromm Erdem ve Mutluluk kitabında, topluluklara hakim olan çeşitli psikolojik karakterlerden bahsediyor. Yıllar önce okuduğum o satırlar o kadar çarpıcı gelmişti ki, diğer karakterleri unutmama rağmen, bu coğrafyanın insanlarına çok uyan, her zaman daha azıyla yetinen karakteri asla unutamadım.

bu karaktere göre, kişi kendine sunulan, miktar olarak azaltılıp hak olarak daraltılırsa, yine de ikinci durumdaki hal ile mutlu olabiliyor, ona sorgulamadan, direnmeden kısa sürede uyum sağlıyor ve sonunda "sunana" şükran bile duyuyor. Bu karakterdeki biri kendini yok edecek; ya da başka bir açıdan düşünüldüğünde kendini "tutsak" edecek azaltmalara gidilse bile yine şükretmeye devam ediyor. Kendi duruşu olmayan, duruşunu hep daha üstün gördüğü bir otoritenin kendine tanımladığı şekilde kuran, kendini kuramamış bir karakter.

hak denilen "tanınan" olmaktan çıkıp "alınan" birşeye dönüşmedikçe; işletmeler/yönetenler/girişimciler "idare edip" "yolunu bulmaktan" vazgeçip sağlam bir duruş sergilemedikçe; ve bu karakterdekiler görüşleri ne olursa olsun yanyana gelip beraber direnmedikçe, gücü (zorbalık, demokrasi!, para...) ele geçiren hep diğerlerine birşeyler sunacak, tabi kılacak, zorunda bırakacak.

bu doğal olarak olacak. çünkü Machiavelli'nin de dediği gibi, "hükümdar; haklı olmak hiç önemli değil, önemli olan güçlü olmaktır." Buradaki karar şu sanırım. kitleler olarak hükmedilmek mi yoksa kitleler olarak kaderine hükmetmek mi?