beyoğlu güncellemesi - 2

kalabalık olmak, paylaşmak ve kadere birlikte hükmetmek için önce insan olmak sonra insan bulmak gerek.
peki asmalı'daki herkes nereye gitti?
 soruyu çelişkisiz sonlandırmak için, sokaktaki birlikteliğin sadece belli koşullarla palazlanmış tüketimin görünür hali olduğu gerçeğini kabul etmek gerekiyor belki.
"...gelişmiş kapitalist toplumların hizmet ve spekülasyon sektörlerindeki hızlı gelişmelerle ortaya çıkan, yeni-zengin çalışan ve uzman kesimdi" onlar denilebilir mi; Perry Anderson'un "postmodern kültürün en dolaysız taşıyıcıları" dediği tarif üzerinden. aralarında umut verici şekilde görünen insanlar ben de gördüm ama bahsedilen görüntüden öte, karakter.


nobonLounge'un bir mekana girdiği zamanki macera sırasında, bir işletmeci dosta, insanları bir araya getirecek, onları düşünmeye üretmeye ve paylaşmaya kışkırtacak nasıl etkinlikler planladığımızı ve öncelikli olarak yaratıcı üreten ve düşünenleri mekana çekmeyi hedeflediğimizi söylediğimde bana şöyle demişti; çok samimi olarak. 
"ben işletmeciyim. o kitle benim için karlı değil. onlar az içer çok konuşur, bir bira alır tüm gece takılır, imkanı varsa sağdan soldan bira alır, zaten parası azdır ve bana para da bırakmaz. bana tüm gün ofiste çalışmış, sıkılmış, sıkışmış, iyi para kazanan ama bunu hafta boyu harcayamayan, hafta sonunda sonuna kadar içip, harcayarak rahatlayacak bankacı işletmeci genç yönetici vb. kitle gelsin; seninkiler sana gelsin" demişti.
Neyse ki bize imkanlarını açan TomTom'un niyetleri, bu işletmeci dostumunkilerden uzak ve bizimkilere yakındı.
Onun sözlerinde, sanki Perry Anderson örnekler üzerinden dile gelmişti ve deneyimle sabit, sonuna kadar da haklıydı.
hep daha azıyla yetinen psikoloji ile bu kitlenin karakterini kaynaşmış olarak hayal edince insan sokakların tenhalığını anlıyor. 
yoksa sokak orada; olduğu gibi. bir tek masalar yok. durmaya konuşmaya "takılmaya" ise engel yok.
bu durumda sanırım tenhalığa sebep olayların psikolojisi. durumu böyle tespit edip yukarıdaki kişilik harmanıyla düşününce de bu terk edilmişlik fotoğrafını anlamak zor değil. 
düzen değişiklikleri sırasında, kendini süre giden yerine koymaya çalışan yaşantı harekete geçtiğinde, mecburen kendi taraftarı olmadığı, farklı yaşantıların da görünür olabileceği bir ortam yaratmak zorunda kalıyor; o kalabalık içinde yaratacağı sanrının bulutu şeyleri bulandırırken, o kendisini daha iyi örgütleyebilsin diye. örgütlenmenin sonlarına doğru, kontrolü ele alan yeni düzen, yeni kurallar ve uygulamalarla, görünür olan o imkanları düzenlemeye çalışıyor. değişimin karakteri de bu ara zamandaki mücadeleden çıkıyor.
değişim kaçınılmaz ama varacağı yer de kaçınılmaz olarak öngörülemez, çeşitli etkilere hep açık; yönlendirilebilir!
Beyoğlu Güzelleştirme Derneği başkanının kim olduğu ve yaptığı açıklamalar ortalıkta taze. hayallerini gerçek kılmak için tüm araçları etkin kılarak bir ağ kuruyorlar ve bu ilişkiler ağının yeterli bir kısmını da özellikle bilinir kılıyorlar ki; belirli bir psikoloji yaratsınlar, kamuoyu oluştursunlar ve değişimi yönlendirebilsinler.

Ben hayallerimin gerçek olması için neler yapıyorum? Nasıl bir hayatı yaşamak istiyorum? 
Kaderime hükmederek yaratacağım mı, yoksa birilerinin bana sunduğu ve şükran duyacağım mı? 


Aslında dönüp dolaşıp gözlerimiz önündeki o tuzağa düşüyoruz. Bir tek Beyoğlu mu kaldı sokağın özgürlüğünü yaşayacağımız? Herkes aynı gösterinin içine çekilmeye, aynı tezgahta biçimlendirilmeye çalışıyor gibi. Beşiktaş, Kadıköy, Sarıyer, Karaköy orada, İzmir, Ankara, Gaziantep orada. 


Biz yine İstanbul'un akıl bulandırmasına bulaşık, buralara tutsak kıvranıp duruyoruz.
Belki yalnızca bundan uyanmak gerek.