garip yaşamlar ( kent.selk.ovan 02 )


etrafımızda gördüğümüzden daha derin bir yaşantı var, o kesin.


her birimiz hayatımız dediğimiz olaylar dizisi içinde aslında ne kadar da birbirimize benzer yaşıyoruz, o da kesin.
kentte bulunma halleri. yaşadığımız evler, çalıştığımız eğlenmeye gittiğimiz yerler, bindiğimiz otobüsler, vapurlar, trenler... 
kent içinde her birimizin, " işte izmir, istanbul, ankara, malatya (...)" dediğimiz ama illa ki onun bütününden farklı, bizim hayatımızca onun içinde çizdiğimiz rotalarca siyasi sınırı çizilmiş bir "kendikenti".


bu şöyle bir açılımı da içinde barındırıyor tabi ki. o zaman farklı rota ve yaşantılarca belirlenen, sayısı o farklı hayatlarca olan pek çok kent var bir kentten içre...
fark etmek bir uyanıklık meselesi. aynı rotalar boyunca, aynı bakış açılarından bakarak, benzer insanlarla zamanı aşarak, ancak tatlı bir uykuya dalınabiliyor. bu durumda da yapılması gereken tek şey kalıyor geriye; eğer vaktiniz ve imkanınız varsa, ya da belki daha da güzeli gündelik uğraşlarınız sizi zaten zorunlu kılıyorsa, kenti mümkün olduğunca çok, alıştığın rotaların dışında kat etmek, aynı yollardan geçerken farklı yerlere şeylere bakmak...
mevsimlerin getirdiği farklı katmanlar, farklı hava koşulları, kentin gündelik hayatının alışıldık sürecini sekteye uğratan arızaları... aslında başka bakabilmek için insanı sarsan uyaranlar yeterince çok gibi görünüyor. 


çünkü böyle bakınca kentin neredeyse merkezinde, stad ve gökdelen arasındaki bir küçük yeşillikte, ağaçların tepesinde kovanlar beliriyor!


şimdi kovanlara bir ağaç barınağı ve benim koza diye adlandırdığım geçici bir kişisel üretim uyku evini ekliyorum.


gökdelenin üniversite ile üniversitenin arazisinin bir bölümüne girdiği için davalık olduğu park alanında, sanki yığılı odunlarmış gibi görünen sırtını işlek yola dönmüş ağaç barınak...

ara...
bu park alanı eskiden içinden geçilebilen bir yerdi. neden sonra davalar sonucunda çevresi çitlerle çevrilip duvarları yükseltilince, kimsenin giremediği bir alan haline geldi. 
eskiden de garip bir yerdi. bir sabah geçerken, siyah dev boy çöp torbalarının içinden çıkardıkları martıların tüylerini yolan adamlar, sabahın erken saatlerine güvenerek herhalde, gayet rahat tavırlarla temizlediklerini, diğer siyah poşetin içine atıyorlardı...
döner?

artık giriş kapısının üzerinde, itü arazisidir girilmez yazan tabela bulunan park alanı, kamusal alan olarak işleyen bir üniversite arazisinin, kendisine sulanan girişimci yatırımcıların kabaran iştahı dolayısıyla nasıl girilmez bölgeye dönüştüğüne dair bir örnek. tabi ki girişleri yasaklamak tek çözüm olamaz, orada da bir gariplik var...
girilmez ibaresi, araziyi dışarıdakilerden koruyor, dışarıdan girecekleri arazi içindeki potansiyel tehditlerden ve bir de arazinin potansiyel tehlikelerini umursamayan yerleşimcileri dışarıda kalan polis gibi kanun uygulayıcılardan koruyor.

son yağmurlarla ortaya çıkmış aşığı ile görünmeyen tarafta kalan ön alanına ve iç hacmine dair fikir veren yapının, plastik torbalarla su yalıtımı sağlanmaya çalışılmış, çevresindeki su bidonları, taşıma suya işaret ediyor.
bu yapı istanbulun tam göbeğinde yanından günde binlerce araba geçiyor...

bu da gezi parkında rastladığım koza:



insanın aklını karıncalandıran bir delilik. üzerine çok şey yazmayacağım. inceledikçe detaylar yeterince haya kurdurtuyor. fotoğrafların keyfini sürün.



kozanın bank ve ağaç ile ilişkisine dikkat.  çanta, kablo, sıkılaştırıcı kayışlar, karton, naylon, bantlar dışarıdan görünenler... her ne kadar kapısı açık, içi boş gibi görünse de sahibini bir ihtimal rahatsız etmek ihtimali çok da cazip değil. cesaret kırıcı.
 fotoğrafları çektiğim saatler öğleden sonra saatleri idi. kış aylarının son demleri, hava üstündeki montla aranda ondan ayrılma ile ilişkinizi biraz daha sürdürebilirsiniz sanki hislerini aynı anda uyandırıyor.
çok fazla sarınamayacak kadar sıcak, bir kat soyunamayacak kadar soğuk bir hava. bu durumda ben tüm bu fotoğrafları çekerken, kozayi izlerken, kozanın sahibinin bir ihtimal kozayı izleyen beni uzaktan uzağa izleyebiliyor olduğu ihtimali de kuvvetli.


gezi parkı, makina fakültesi ön alanı ve taşkışla yan alanı...
bir geçici kendin yap kullanımlar inşa üçgeni.
kesin çok farklı semtlerde, başka kentlerde çok daha ilginç şeyler vardır. 

büyük kentlerin bu tarz şeylerin görünür olmasına katkısı, zengin çöpleri ve zayıflamış sosyal ilişki ağları. daha küçük yerlerde hala insanlar evsiz olsalar da bu kimlikleri ile dışlanan yabancılar değil, o kimlikleri ile kabul edilen yardım gören kişiler. hala...
ama büyük kent yalnızlığa ve ötekiliğe ittiği, ana akım yaşantısına bir şekilde tutunamamış, tutunmamış yaşayanlarını kendi başlarına var olmaya zorluyor. iyi de yapıyor belki, yaratıcılığı kışkırtacak malzeme çıkıyor...
kanunların, kuralların, yasallıkların ve yasakların arasında, hiç onlara konu olamayacak olan, tarif edilmemiş, o an için tarif edilse bile dönüşerek tarifinden kolaylıkla farklılaşabilecek yasa-dışılıklar. 


yakın zamanda kabataştan mertere metro ve tramvayla çok kez gidip geldim. o toplu taşıma araçları uzun hatları ile kentten öyle bir kesit alıyor ki, ülkenin siyasal kültürel iklimi gözlerinin önüne gen analiz şablonları gibi dökülüyor... tavsiye olunur.
yoculuğun görünür kıldığı kent kesitine dair geçtiğimiz sonbaharda İzmir'de de bir atölye çalışması yapmıştık. onun son haline getirilemeyen ürünlerini belki ayrı ayrı paylaşmanın da tam zamanı...