kent ikonları 3/3


Birinci bölümü okumak için BURAYA ikinci bölümü okumak için BURAYA tıklayın.

++++++++

Bu yüzeysel kurgunun izlerini kamusal alana yerleştirilmiş iki nesne üzerinden sürmek mümkün. Bunlardan ilki iki yıl önce Taksim meydanına konulan konik bir aydınlatma elemanı, diğeri ise yine Taksim meydanındaki çiçekten bir kedi heykeli.
Konik Ağaç:
Gezi parkı’nın Taksim Meydanı sınırına, The Marmara Oteli’nin karşısına konumlandırılan konik ağacın kimler tarafından hangi ilişkiler içinde ne amaçla konulduğuna dair bilgiye medyada çıkan haberlerden ulaşıyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Beyoğlu Belediyesi ve Beyoğlu Güzelleştirme Derneği’nin ortak bir projesi olduğundan bahsedilen bu konik ekran ağaç, MK-Türkiye Satış ve Pazarlama adlı bir firma tarafından gerçekleştirilmiş. MK Illumination Türkiye adlıyla da anılan firma, aydınlatma konusunda çalışan bir firma ve İstiklal caddesinin aydınlatılması ile ilgili de Beyoğlu Belediyesi ile çalışmakta.


Kaynağı belirtilmeden, bir yenilik olarak meydana konulan konik ağacın, başka ülkelerdeki kullanım şekli kısa bir araştırma ile elde edilebiliyor. Bu araştırmanın gösterdiği, ağacın açık şekilde bir noel çamı soyutlaması olduğu. Taksim Meydanı’na, ilk kaynağından bağımsızlaştırılarak, buranın algılar dünyası içerisine belleksiz atılmış, muhafazakar yerel yönetimin dahil oldupu ilişkiler düzeni tarafından, bilinçli ya da bilinçsiz şekilde kentin en canlı meydanına konulmuş dev bir noel ağacı...


Çiçekten Kedi:
Taksim Meydanı’nda daha önce bahsedilen konik ağaç ile yakın tarihlerde beliren, karşılaşıldığında şaşkına çeviren çiçekten kedi heykeli, yine medyadaki haberlerle belleklerimize şu detaylarla giriyor:


İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nün ortak projesi olan heykel, haberde belirtildiğine göre, yerli ve yabancı birçok kişi tarafından fotoğraflanacak kadar ilgi çekici bulundu. Projenin başarısını bu kritere oturtan haber, projenin peyzaj mimari Öznur Gökçe’nin, bunun ömürlük bir çalışma olduğuna dair sözlerini aktararak devam ediyor. 


Yurtdışında böylesi işlerin örneklerinin olduğundan bahsediyor. Daha önce kendilerinin iki boyutlu uyguladıkları saat ve kelebek gibi peyzaj düzenlemelerini artık üçüncü boyuta taşıdıklarını söylüyor ve Türkiye’de ilk olduğunu belirtir. 4’e 3.60 metre olan kedi heykelinde, sekiz bin begonya çiçeği ve iki kamyon torf kullanıldığı aktarılan haberde, mimarın yeni projesinde Feshane’nin duvarına Karagöz ve Hacivat’ı üç boyutlu olarak işleyeceğinden söz ediliyor.
Mimarın aktarmadığı ve haberde bahsedilmeyen örnekler yüzünden kedi Taksim Meydanı’na, tıpkı konik ağaç gibi, kendi belleğinden ve kaynağından kopartılarak yapıştırılıyor. Kediyi meydana inşa eden muhafazakar bakış, çeşitli siteleri yasaklarken ki anti-porno tavrını, bazı eser serilerinde pornonun estetiğini kendine araç olarak seçen Jeff Koons’un önce Kessel Dokumenta’da yaptığı, sonra da Gugenheim Bilbao’nun önüne konulan köpek yavrusu eserinin bir benzerini buraya taşırken, sanatçıyla ya da sanat tavrıyla hiç ilgilenmiyor, ya da bunlar hakkında bir fikri yok ve bilmiyor.

Kessel Dokumenta                                                   Gugenheim Bilbao

Jeff Koons’un kitsch, satış, görünürlük, sansasyon üzerinden şekillendirdiği sanatçı karakterini dert edinmeyen, zaten belki de farkında bile olmayan bir görüşün, çeşitli konulardaki hassasiyetlerinin yüzeyselliğine açığa vuruyor...

   
Hakim olmanın dilediğini, “hafif” sorumluluklar hissederek, derinleşmeden, dert edinmeden yapmak olduğunu düşünen, fikri, düşünceyi ve içeriği “şeylerden” boşaltıp, onların estetiğini alımlanamaz, kendilerini tartışılamaz hale getiren bir bakış.
Aslında belki bu kadar bilinçli niyetli bir bakış bile değil bu bakış. Türkiye’nin dört bir yanındaki meydan heykellerine bakınca “tüm bunlar çok ‘naif’ bir kurgunun parçası olabilir” diyor insan. Şunlara bakınca böyle düşünmemek de elde değil:



Sonuç:
Yukarıda anlattığım aslında bizim sığlığımız üzerine kurulu bir simgeler düzeni.
İstanbul İstiklal Caddesi’nde yürürken çarpıcı şekilde yüzleştiğim bir gerçeklik bu. Dört metrekarelik herhangi yerinde bozuk olmayan yüzeyi bulunmayan, belki de Türkiye’nin en ünlü caddesi. Tüm sokak, takılıp düştüğünüzde sizi öldürmesi muhtemel büyük bir tuzağa dönüşmüşken; ki bu şaka değil, bahsettiğimiz ayağınızın altındaki yer, siz çevrenizdeki tantanaya kapılırsınız. 
Bozuk zeminde tüm riskleri görmezden gelip yolunuza devam edersiniz. Ama içten içe bu gerçeği bilip derinlerde sizi kemiren bir hisle, bir yerleri gösteren parmaklara, panoların ışıltısına, müzik ve insan seslerine kapılmış, bir çok şeyi görünmez kılan hipnoz altında yürüyüp gidersiniz.

O zaman yeniden bakmaya başlamak gerek. 
Çünkü derinlemesine bakınca ikonların iktidarı da çözülüyor. Bu çözülme onları var edenlerin egemenliklerini de silikleştiriyor. Böylece bizler, yani kenti yaşayanlar, hükmedildiğimiz değil, biçim verebildiğimiz, proaktif olduğumuz bir alana sızmaya başlıyoruz.
Yeniden bakmaya başlamak, yaşadığımız kentleri yeniden keşfetmek, onu yaratıcı bir kaynak olarak kullanmak, o istemese ve kendini kaşife kolay kolay açmasa bile inatla bunu yapmak. Burada hiç keşfedilecek bir şey olmadığına ikna olmuş aklımız bize bunu her seferinde tekrarlamasına rağmen birey olarak yaratıcı potansiyelimizle inatla şehri keşfederek yeniden üretmeye çalışmak...
Ben buna inanıyorum, neden olmasın?


(Son)