Yerli Flaneur


Baudelaire'i, Benjamin'i okuyup durdum, uzun uzun. 
Yıkımlardan önce Paris pasajlarını ve tabi flaneurün bakış açısını anlamaya çalıştım . Paris'e gidince sokaklarında okuduğum mekanları, kişileri görmeye çalıştım. 
Okuduklarımın gördüğü gibi görmeye çalıştım. 
Halbuki çeviriye gerek yokmuş. 



Onun yaşadığı zamanlarda Eftalapos Gazinosu'ndan Taksim meydanına baktığı doğrultudan kim bilir kaç kez  geçtim durdum. Nerden bilebilirdim ki İstiklal Caddesi'nin girişindeki büfelerin üstünden, Burger King'in terasından zamanında Sait Faik'in gündelik hayatı izleyip durduğunu?

Hani o klişe tarif: Küçük adamın, sıradan insanın hayatını anlatır. Gündelik hayatı, balıkçıları, esnafı, memurları...


Aynı ada sahip olacak bir marka için logo tasarlarken, durup; yahu bari alıp şu Mahalle Kahvesi hikayesini okuyayım deyip, yıllar sonra yeniden Sait Faik okudum!

Aman yarabbi. 



Cehaletimizin büyüklüğü!
1948 yılı İstanbul'u gözlerimin önünde. Dilleri ile, sesleri ile, yedikleri, içtikleri ile, o an kentin iklimi ile, hayat kadınları, küçük adamları, kaybetmiş yalancıları, kaybolmuş hali vakti yerinde yurttaşları, köpekleri, kedileri, balıkları, kaldırım taşları, alkolü, uyuşturucusu, ibadeti, edebiyatı, küfürleri, türkü rumu ermenisi yahudisi...

Tam bir flaneur anlatısı... Hayatı kendi mekanlarında değil, kentin mekanlarında yaşayan adamın anlattıkları. Bir hikayede bir parkta, birinde bir sokakta yürüyüş sırasında, bir diğerinde bir ev partisinde plak dinlerken, şiirler okurken, bir diğerinde genelev mahallesinde... O sırada ne oluyorsa; ya da şöyle diyelim ne olacağını kurduysa gözlerinin önünde inşa ediliyor.

Talat Halman, Sait Faik'in haritada bir nokta öykü kitabının girişine yazdığı yazıda boşuna "Bir Flaneur'ün Kurgusu" başlığını kullanmıyor. Onun değişiyle gündelik hayatın gönülsüz dikizcisi, kendini sürekli sokağın komik dramatik ya da sıradan olayları içinde bulur. Bu anlatan özne, kurgucu, hikayelerinde bu olayların karakterlerini yazar. 

Hayatı dikizlemek. Kendinin orada olduğunu sezdirmeden, herkesin ne yaptığını bilip, kimsede ne yaptığın izini bırakmadan, silik...
O öldükten sonra yapılan röportajlarda ortaya çıkar ki balıkçılar, satıcılar vb gibi onu tanıyan kişiler, onun o olduğunu bilirler ama onun yazar olduğunu, muhabir olduğunu, çevirmen olduğunu vs. bilmezler. Sadece onu Sait Faik olarak bilirler. 

Ayfer Tunç, doğrudan Flanuer Sait Faik diyor, Harflere Bölünmüş Zaman'da. Burgaz Ada ile özdeşleşmiş Sait Faik'in yanında bir başka Sait Faik daha vardır ona göre: "Evet, bence iki Sait Faik vardır ve biri benim gözümde Beyoğlu’ndan çıkıp öykülerine giren ve oraya dönen bir Flâneur’dür."

Resmen zehirli. Şimdi okudukça kırklı ellili yılların hayatı canlanıyor. 
Akıl karıncalanmaları... 
Şu sokağı, bu kahveyi, bu sahafı bulabilir miyim soruları bedeni sokağa çıkmaya kışkırtıyor.
İstanbul'un bugününe dair ne sevmiyorsam, onun kenarından bir kapı açılıyor...



"Bir zaman erkek arkadaşlar buluşur, tepinir, rakı içer, dövüş eder, senfoni, saksafon, zurna dinlerdik. Kağıthane havası tutturur, bahriye çiftetellisi çalardık. Paramız olursa para ile gelen kız çağırırdık."

*Fotoğraflar: 1925-1955 İstanbul Fotoğrafları, Mevsimlerle İstanbul, Yapı Kredi Yayınları