yeterince otantik değilsin padişahım


Bugün, hem çok kültürlülük ve özgürlük söylemleri hiç olmadığı kadar hakim, hem de baskıcı yönetimlerin giderek kuvvetlendiği, muhafazakarlaşmanın dünya üzerindeki hemen hemen tüm kültürlerde yaygınlaştığı bir zamanı anlatıyor. Söylemlerin ve görüntülerin çektiği perde her gün farklılıkları bir bir ortadan kaldıran, bir taraf seçmeyi zorlayan sosyal politikaları gizliyor. Artık tartışmak ve fikir beyan etmek dünden daha fazla cesaret istiyor. 

Dilek Zaptçıoğlu, kavramların anlamlarının taraf olunan ideolojilere hapsedildiği bugün,  "modernlik, dindarlık ve özgürlük" alt başlığını taşıyan kitabıyla, onları siyah ve beyazların ikiliğinden kurtarıp çoklu bağlamlar içinden Türkiye için yeniden tartışmaya açıyor. 

Kitabın adının uyandırdığı merak okuyucuyu Türkiye'de çok konuşulmuş ama çoğunlukla ideolojilere hapsedilmiş üç alt başlığın 'tuzağına' çekiyor, onu zaman ve coğrafya üstü bağlamlara açılan makalelerle, günün iç sıkan, söz söyleme isteğini kursakta bırakan ruh halinden kurtarıyor. 
Öz kimlik, özünü yitirmeden değişme, demokrasi, özgürlük, modernlik ve islam, örtünme, doğurulan çocuk sayısı, laiklik-islami yaşam tarzı- sekülerleşme, akil adamlar-kanaat önderleri, Mavi Marmara olayı, Sapphire binası: muhafazakar sınıfın zenginleşmesi ve kentteki gündelik hayatın örgütlenmesi, yeni islamcılık, özgür birey ve eğitim sistemi, işgal (occupay) hareketleri ve Arap Baharı gibi "bugün"ün hızlıca ortaya atılan konuşulan ve aynı hızla unutulan tartışmalarını kültürler ve coğrafyalar arasında gezinerek aklı zenginleştiren bağlantılarla ortaya koyuyor, onları sindirmeyi sağlıyor.


Batının kültürel ve politik egemenliğindeki coğrafyalara dair otantiklik düşüncesini Abdülaziz'in 1867 Paris Dünya Fuarı ziyareti çevresinde anlatırken Osmanlı'nın o gününe, batının o günkü ve bugünkü bakış açısına, bize bugünden görünen Osmanlı sanrısına değiniyor. Osmanlı'nın coğrafyadan bağımsız özgünlüğü, "Washington'daki Meridyen Konferansı'nda "Müslüman saati"ni savunan Ahmet Rüstem Efendi'nin, Alfred Bilinski olarak dünyaya gelen Polonyalı bir subay çocuğu olması" gerçeği gibi anektodlarla çoğulcu kültürel dinamiklerin varlığı ile anlatıyor.

"Tanrı'ya Aşağıdakilerin Penceresinden Bakmak" başlıklı makalede, İstanbul Sapphire Tower ile bedenleşen İslami sermayenin, katların yüksekliğince kurduğu sınıfsal ayrımdan yola çıkıp Dietrich Bonhöffer üzerinden Hristiyan ve Ali Şeriati üzerinden İslami sol ilahiyatın izlerini sürüyor. Gökdelenin dışarıya kapalı bahçelerinde yaşayan ve asla açılmayan pencerelerinden İstanbul'a bakan islami cemaat mensubu zengin sınıfın sözde ve eylemde dini her an görünür kılmaya çalışan yaşantısı ve gökdelenin hemen arkasındaki düşük gelir grubuna mensup mahallelerde mezhep ayrımı gözetmeden kollektif yaşanan gündelik hayatın içine sindirilmiş gösterişsiz, görünmez inancın karşılaştırmasını Alman Protestan ilahiyatçı Bonhöffer ve İranlı sosyolog Şeriati'nin düşüncelerinin getirdiği açılımlar üzerinden yapıyor. 

Geriye kalanların keşfini size bırakıyorum...

Sürekli aynı tartışmaya kısıldığımı düşündürten izlekler üzerinden konuşulan konulara dair bir zihin açıcı...
"Düşünme sevgisiyle, düşünme kaygısıyla yazılmış yazılar..."