tüm tropik papağanlar için; izmir

İzmir akıllarda hep kendini hatırlayan bir kenti çağrıştırıyor.
Kozmopolit, ilerici, çağdaş değerlere bağlı, açık görüşlü, hoşgörülü, örnek...

Sokaklar hiç de öyle demiyor.
Toplumsal ayrışma gündelik dilden taşıyor, ilericilik eskide yapılmış olanlar üstünden tarifleniyor; tarih olmuş gururlu ve kıymetli o andan sonra; yani dün nasıl bir şey yapılmadıysa (sanki hiçbir şey yapılmamış gibi davranmıyorum, bugünün kentini yaratan, yapılmış olan şeylerin yetemediğini anlatmak için diyorum)  bugün de ilerleme adına, aydınlık adına, güne özgü, bertaraf edilmeyecek, yaratıcı bir fikir kazanı kaynamıyor, kaynasa bile duyulmuyor, görülmüyor, paylaşılamıyor.

Geçmişte bir yerde kalmış olan o özellikler, uzaklıklarının mesafesi arttıkça, kendini hatırlayan kent için muhafazakarlığın tarifi haline geliyor.
'bari onları kaybetmeyelim' hissi...

İlerici düşünceleri muhafaza etmek, onları sadece sözle savunmak onların karakterine ters; ilerlemek ancak ilerleterek olur, düşünceleri kristal muhafazalı müzelere koyarak değil.


Tüm bu hisler, tartışmalı bir gurur olarak kişilerde görünür oluyor, yaşandıkça aktarılıyor.
Kentteki genel hava, ilan edilmemiş bir malubiyetin, teslimiyet öncesi son demleri gibi.

*Ama güneş doğunca hisler de değişiyor itiraf etmek gerek.

El üstünde tuttulan değerler için uğraşmak gerekiyor, her zaman.

Kentte o kadar çok şey oluyor ki; kültürel etkinlikleri yıllık bir liste yaptığınızda boş ay zaten yok, haftalar yarışıyor, tarımsal endüstri ve ticareti büyüyor, sektördeki markalar artıyor, ticaretin her alanında zenginleşme var, enerji yatırımları kent kırsalını yeniden yaratıyor, kent içi turizmde ziyaretçi sayısı katlanarak artıyor, toplu taşıma ağı verimliliğini arttırarak genişliyor, ilçelerde özgün ürünler markalaşarak ortaya çıkıyor, bazı ilçeler kendisi marka haline geliyor, arkeoloji ve tarih araştırmaları hiç olmadığı kadar popüler, kent arşivi ve kitaplığı zenginleşerek büyüyor, kent yatırım çekiyor, farklı kentleşme ve değer yaratma modelleri şehir merkezinin dört yanında, çeşme, seferihisar...

Yerel yönetimlerin girişimleri, özel teşebbüslerin yatırımları, bazı şeyleri değiştirmeye; garip ama, yetmez.

Hızlı nüfus artışı ile hizmet sektörü diğer tüm sektörlere göre orantısız şekilde büyüyen, maaşlı çalışanların, hayatlarını belirgin periyodlara ve düzenli kazanca göre biçimlendirdiği, talep eden değil, arz edileni yaşayan bir nüfusun yarattığı kent hissinde, gelişim için ne yapılırsa yapılsın pek yetmiyor da. Maaşlı ailelerin, kenti sahiplenirken ona dair farklı hayaller kurabilecek çocuklarını da en aktif zamanlarında başka kentlere gitmek zorunda bırakınca da zaman neredeyse donuyor.

Bazı kentleri zaman itekler, bazı kentler de zamanı...

Kenti değerlerini, geliştirerek; yaşam tarzını zenginleştirerek coşturacak olan tek şey; bu kenti bir gururla seven herkesin; herkes olmasa da çoğu kişinin aklında, gördüğüne dürüst bir değerlendirme sistemine sahip, şu değişimi gerçekleştirmek:

'Burada hiçbir şey olmuyor'dan 'Burada çok şey oluyor'a.

Bu görüş, yaratmak isteyenler için bir umut anahtarı.
Olan şeylere dair fikir söylemeye başlamak, onlara katılmak, onları iyileştirmeye çalışmak...

Kazanç üstünden temellenen, pastadan daha çok pay kapmak hırsıyla hızlanan ve değişen bir hayat tarzı ön gören yaratıcı üretim, tek yol değil.
İnsanlar yaratma istekleri ile keyif içinde değerler üretebilirler. Yeter ki onları ürettikleri yerde o üretimin karşılığını alıp kazanabildiklerini, o kazanç ile o kentte hayatlarını devam ettirebileceklerini görsünler, inansınlar.

Kimse bana bu çağda yere bağımlı yaratıcı üretimi kabul ettiremez. Yeter ki dönüp geldiğiniz, uzun süreli yaşadığınız yer size ilham ve umut versin...
İzmir'de ve çevresinde; Ege'de her ikisi de var.
Gerekli olan algı değişimi ve coşku veren pro-aktif bir topluluk.


*Bu kenti, olduğu haliyle yaşatan iklimidir. Eğer hava güzel ise tatlı bir keyiften farklı bir şey düşünmek pek kolay değildir; güneş ve deniz kenti coşkuya boğar. Güneş yok ise; soğuk ve kış ise her şeyi olduğu gibi görmeyi mümkün kılar.