Direniş Mimarlığı Üzerine

Gezi Parkı, Topçu Kışlası, 2 Nolu Park, AVM, Taksim Meydanı, AKM, Cami, Kamusal Alan, Kent Hakkı, Sokaklar, Barikatlar...
Geçen haftaların gündemini belirleyen kavramlar bunlar. Bu kavramların vücut bulduğu yerler, yine o kavramların kendisi olan mekanlar.
Mimari bir konuda; kent parkının yerine alışveriş merkezi yapılmasına dair verilen uygulama kararları ile başlayan bir süreç yaşadık Gezi Parkı'nda. Sürecin kendisi kısa sürede mimarlıktan çok daha geniş bir alana yayıldı.
Direnen de, direnişi kırmak isteyen de mekansal bir mücadele verdi. Belli bir alanın hakimiyet mücadelesi...
Öyle ki Park, direnişçiler için savundukları düşüncelerin, iktidar için ise kendi hakimiyetinin göstergesine dönüştü. Direnişin dinamikleri zaman içinde bu kısır hakimiyet mücadelesini de yıkacak şekilde tüm kent parklarına yayıldı. Üzerine düşünülmesi gereken başka bir detay...

"Bu mimari bir sorun olarak başladı, bunu bitirecek olan da mimari çözümlerdir" diyen mimarlardan değilim. Bu tespiti, mimarlığın kendisini fazlasıyla önemsediği bir bakışın dili olarak görüyorum. Çünkü mimarlık, kendisini meşru ya da tartışmaları kılan bağlamların dışında bir var oluş alanına sahip değil. Topçu kışlasını meşrulaştırmak için de, ona karşı çıkmak için de araç görevi gören mimarlık ve mimarlar gözümüzün önündeyken, mimarlığın içinde bulunduğu bağlama bağımlılığını göz ardı etmek ne kadar mümkün?
Ben daha çok Gezi Park'ından ve olup bitenlerden öğrenmeye çalışanlardanım.

Gezi Parkı çevresinde gelişen bu süreç içinde daha önce yaşamadığımız estetik bir devrimin gerçekleştiğini düşünüyorum. Hem grafik alana, hem mekan kullanımına, hem performans sanatlarının temsil biçimlerine, hem malzeme kullanımlarına yayılan çok kapsamlı bir estetik devrim. Bu günlerde gündelik hayat kurgu olan, temsil dillerine tutsak dergi, gazete, televizyon, sinema ve sanat galerisine sıkışmış olan her şeyden daha kuvvetli.  Duvar yazıları, posterler, gösteriler, yapılar, insanlar sokaktalar.


Ben yaşananlara mimarlık çerçevesinden bakmamaya, yaşananların mimarlığını görmeye çalışacağım. 
Direniş mimarlığını...


Aslında her şey küçük bir grup insanın gösterisi ile başlamıştı. İlk başta parkın bir köşesi bile zor doluyordu. Sonra her şey çok hızla gelişti. Olaylar yaşandı, kalabalık arttı.



Park'ta gerekli olan bazı yapılar ve mekanlar, parkın katılımcı dinamikleri ile hızla, çevrede bulunan malzemeler ile inşa edildiği anda tasarlandı.
Mimarların ya da bildik anlamda tasarım süreçlerinin çoğunlukla dahil olmadığı, ihtiyacın ve ulaşılabilir malzemelerin estetiğini yansıtan yaratımlar.

Park içinde kurulan serbest kürsü bunlardan birisi.
Kitleleri durdurmak için kullanılan polis barikatlarına ait iki parça, çok basit bir düzenleme ile sözün özgürleştiği, durdurulmak istenenlerin seslerini duyulur hale getiren bir araca dönüştürülmüş. Malzemeler hiç deforme edilmeden, sadece bir araya gelişleri ve böylece temsilcisi oldukları anlam dünyası değiştirilerek kullanılmış. Park çevresindeki inşaat alanında bulunan, biriketler ve kaldırım taşları, kürsüyü yerden yükseltmek için kullanılmış. Bir yüzünde, yaya giremez, diğer yüzünde yaya geçidi sembolü olan trafik tabelası olduğu gibi değerlendirilik, boyanarak kürsünün tabelası haline getirilmiş. 




Parka gelenlerin yanında fazladan getirdikleri yiyecek, giyecek ve malzemeleri parasız paylaştıkları direniş masaları ve daha sonra kurulan revir ve veteriner de bu yapılardan.
Zaman içinde gereksinimler yüzünden daha geniş alana ihtiyaç duyan yapılar, park alanında kendine uygun mekanı arayarak buldu ve yerleşti. Zaman içinde bu yapılara yağmura karşı koruyucu üst örtüler de eklendi. İç mekan mobilyaları olarak görmeye alıştığımız raflar, parkın bir parçası üzerinde kullanım sınırı tanımlayan örtülerin altında yarı açık mekanların araçları haline geldi.
Revir ve veteriner kliniği, ihtiyaç karşılayan bir alan olmaktan öte, aslında direnişin şiddet gerçeğini anlatan yerlerdi. Birbirinden oldukça farklı insan gruplarının bir arada olduğu şenlik ortamı, aslında maruz kalınabilecek şiddetin gölgesi altındaydı ve şiddet sadece onları değil, insanların uğrunda canlarını tehlikeye attığı ağaçlar kadar, park ve çevresinde yaşayan tüm canlıları, kedileri, köpekleri, kuşları da hedef alıyordu.


Kütüphane varlığına çoğu kişinin şaşırdığı bir kullanım ve yapı olarak Park'ta yerini aldı. Bu yapı, kullanımı ile Gezi Parkı çevresinde örgütlenmiş direnişi anlatan doğrudan bir mesajdı; özgür, çok yönlü bilgi ve paylaşım...
İlk başta Taksim Meydanı ve çevresindeki yayalaştırma projesi için oraya getirilmiş döşeme taşlarının farklı şekillerde bir araya getirilmesi ile yaratılmış raflardan, tek bir malzemeden oluşuyordu. Daha sonra kitap sayısının artmasıyla dışarıdan getirilmiş rafların da parçası olduğu kütüphane, son şeklini onu yağmurdan koruyacak örtü ile kazanmış oldu. Üstünde yürünsün diye oraya getirilen malzeme, bilginin üzerinde yükseldiği, insanları çevresinde toplayan bir mekanı kurmuş oldu. 


Direnişin nesneleri, kullanılmalarını gerektiren sebepler ortadan kalkınca, yanlarına eklenen başka nesnelerle de beraber parkın içindeki uygun alanları, pasif direnişin anıtları haline getirdi.
Biber gazının etkisini azaltmak için hazırlanacak solüsyonun malzemeleri, sular, ilaç kutuları, solisyon kendisi ve sirke şişeleri, limonlar, maskeler, bayraklar... Parkın içinde bir yerde kot farkından doğan şevi kontrol etmek için kullanılmış geçme beton blokların bir araya geliş şeklinin yarattığı raflarda yan yana duran bu nesneler, sanki direnişin is kokulu, slogan, patlama, koşma, kapı otomatiği, ritm seslerini sürekli tekrar ederek sessizce fısıldıyordu.

Aynı, hayatını kaybedenler ve yaşanan şiddete herhangi bir şekilde maruz kalıp etkilenenlerin üzerlerine yığıldığı kaldırım malzemelerinden yaratılmış anma alanları gibi.




Polis şiddetine karşı savunma, Gezi Parkı çevresi ile sınırlı değildi. Barikatlar öncelikle Taksim'e yakın semtlere ama sonra sokaklarda direnilen her yere yayıldı. Kendi hayatını savunmak için engeller inşa ederek özgürlük alanları yaratmak...
31 Mayıs akşamı, Beşiktaş'ta sokaklarına polis araçlarının girmesini istemeyen orta yaş üzeri mahalleli, çöp bidonlarını yola devirip her iki yönden yolları kapatmıştı bile. Bu güvenli alanda beklenileceğinin aksine çatışmak için beklemiyorlar, davul eşliğinde göbek atıyorlardı. Bir zamanların canlı sokak yaşantısını yeniden var etmek için, sokaklar gerçek sahipleri, yani mahalleli tarafından işgal ediliyor, hayat klimalı televizyonlu oturma odalarından sokağa taşınıyordu.
Valideçeşme'de taksi durağından marşlar çalınıyor, kendisi de belki anne baba olan yaşını almış insanlar "aç olan var mı? susayan var mı?" diye bağırıp el kaldıranların ihtiyaçlarını karşılıyordu.

Barikatlar çatışmanın şiddetine göre biçim değiştirdi. Gümüşsuyu'nda arka arkaya kurulmuş onlarca barikat, direnişin sertliğini de anlatıyordu. Çevredeki malzemenin hızla bir araya getirilmesi, daha önce böyle bir şeyi yapmamış, görmemiş insanların bir anda bu işi var etmesi ne ile açıklanabilir?

İmece, daha önce onu hiç yaşamamış kentli bir yaş grubu tarafından sokaklarda yeniden keşfedildi. Hem de çok sıra dışı koşullarda.
Çiçek saksıları, kaldırım babaları, şantiye iskeleleri, reklam panoları, polis barikatları, polyester klübeler, taşıtlar, brandalar, kaldırım taşları... Yerinden asla oynamaz gibi görünen her şey, belli bir amaç için bir araya gelmiş bireylerin karşısında sonsuz potansiyeller içinde bir araya getirilebilecek yapıların malzemesi haline geldi.
Ateşli silah, gaz bombası, tazyikli su, zırhlı araç ve fiziksel şiddete karşı koymak için inşa edilen barikatlarda direniş, kentini ve kendini korumak için malzemelerin belleğini ele geçirdi.
Gümüşsuyu’ndaki barikatların birinde, normalde düzlemsel dizilerek kullanılan kaldırım taşları, üst üste ya da yığın halinde kullanılarak, diğer malzemeler için sağlam bir zemin yaratılmış. İnşaat iskeleleri yukarıdan gelecek gaz kapsülü ve suya karşı koyacak, insan boyunu aşan yüksekliğe yerleştirilmiş paravanları desteklemek için kaldırım taşlarının içine sokulmuş.


Ve AKM.
Yıllardır restorasyon ve güçlendirme çalışmaları sürüyor diye bilinen yapı, içine ilk girenler tarafından sanki yıkılmaya hazırlanıyor diye tasvir edildi. Meydanın bir köşesini tutan bu simge yapı, cephesine  asılan sembollerle dev bir mesaj duvarına dönüştü. Meydandaki kitle ile girdiği ilişki ile belki de ilk defa kendisine yönelinen bir cephe haline geldi.
Binanın çatısı da orayı deneyimleyen şanslı bir kitle için, meydanı tamamen farklı bir şekilde deneyimlemenin mekanı haline dönüştü. O kitlenin orada oluşu, meydanda duranlar için de kendisine ait bir kentsel alana, halkın hakimiyenin bir sembolu haline geldi.


Görsel malzemeler paylaşılıp yaygınlaştıkça direniş mimarlığını analiz etmek için daha çok fırsat doğacak gibi görünüyor. Bu tarz çalışmalar için erken bir örnek; çizim ve fotoğrafa dayanan bir derleme, Herkes İçin Mimarlık Derneği tarafından başlatıldı bile. BURADA

Mimarlık, kullanımlar ve anlamlar inşa etme işidir.
Hiç yoktan inşa etmek, yeniden kullanmak, dönüştürmek ve daha keşfedilmemiş pek çok yöntem bu pratiğin araçlarıdır.
Direnişin mimarlığı bize bu araçları kullanabilenlerin sadece mimarlar olmadıklarını ve hatta mimarlık sıfatına sıkışanların, o sıfata sahip olmayanlardan öğrenecekleri daha çok şey olduğunu gösteriyor.

İstanbul’da, sökülmüş kaldırım taşlarınının altından çıkan sarı kumların yaz ortasında kumsal hayalleri kurdurtması gibi, gündelik hayatın mekanları sokaklarda olan beklenmedik şeyler, tüm acılara ve korkulara rağmen inatla yaşama dair ilham vermeye devam ediyor.