Köyler / Yaylalar

Bu yaz denizden uzak ve köylerde geçiyor...

Eski Köylüler / Yeni Köylüler:


İlk köy, Dikili Yahşibey. Daha önce yazmıştım. 
Emre Senan Tasarım Vakfı'nın tasarım çalışmalarının 33.'sinde yürütücüydüm. Dikili merkezin yazlık nüfusla beraber kabaran yaşantısı ile koylara dağılmış siteler arasında, denizden uzak küçük bir köy...
Oldukça yaşlı 'eski köylü' nüfusunun yanında büyükşehirlerden gelerek kısa / uzun süreli orada yaşayan 'yeni köylüler'

Atölye çalışmasının sonudaki sunumda Bademli ve Yahşibey'in muhtarları da vardı. Eski köylülerin bakışını ve taleplerini onlar temsil ediyordu. Yeni kanuni düzenlemelerle adı çoktan silinmiş köy, yaşlanan nüfusu ile beraber ölüyor. Genç denebilecek kim var ise onlar için umut çoktan köyden taşınmış... Bademli'nin zarif kadın muhtarı, kızıyla katıldığı sunumda, umudu kışkırtmak için inançla konuşuyor ama o da her şeyin çok zor olduğunu biliyor. 

Nevzat Sayın ile yürüttüğümüz atölye çalışması 'EV' teması altında, köyde ev pansiyonculuğu üzerine yoğunlaşıyordu. 'yeni köylü'ler bu fikri pek beğenmediler. Köyün kalabalıklaşacağına, onların aradıkları sessizliğin gelip-gidecek olanlarla yok olacağına inanıyorlardı. 

Tartışmalar sırasında söz aldım: 
Şehirden sıkılmış biri nasıl köyde, aradığı sakinliği, kopuşu buluyor, oraya yerleşme hakkını kendinde görüyorsa, köyde yaşıyanların, köyle yaşayanların da orada hayal ettikleri gibi var olma hakları var. Köy şehirden gelenlerin romantik hayallerine boyun eğmek zorunda değil. Ama çoğu köyün kendi varlıklarını korumak ve o varlığı zenginleştirerek geleceğe taşımak için de donanımlı  olduğundan bahsetmek zor. Dışardan ve içeriden bakanların bir araya geldiği masalarda orta vadeli hedefler koyarak süreçler tasarlanmalı. Bu masa da, köye ve yaşantısına sahip çıkacak, ona dair hayaller kurarak yeni haller yaratacak 'hala' umudu olan yeterli sayıda genç insanın yaşadığı köylerde kurulmalı. 

"Siz Gitmeseniz Daha İyi Olacak":


İkinci köy, Ödemiş Adagide (yeni adıyla Ovakent). 
Herkes İçin Mimarlık uygulama atölyesi için, kalabalık bir ekip küçük bir köy evinde yaşayarak, çoğunlukla da okulda gerekli tadilatları yaparak zaman geçirdik. 
Yaklaşık bir buçuk yıllık bir sürecin neredeyse sonu. Önceki ziyaretlerimizde sadece orta yaşın üstünde bir nüfus ile karşılaşmıştık. 

İnsan insana, beraber zaman geçirdikçe nasıl 'görünür' oluyorsa; bir yerdeki hayat da insana öyle 'görünür' oluyor. Hayatınızın frekansı, ziyaret ettiğiniz mekanınki ile benzeşmediği sürece onun 'sırrı'na ermek olası değil. 

Yukarıdaki fotoğrafta kardeşi Sude ile yaşlı kadınların arasında duran Taner... Okuldaki tadilatlarda çalışan ve bize ustalık yapan köylülerden birinin oğlu. Liseyi yeni bitirmiş, yaz kış köyde yaşıyor, zeytinyağı fabrikasında çalışıyor, babasına inşaat işlerinde yardım ediyor. 


Bir akşam aşağıdaki markete motoruyla beni götürürken, dayanamayıp soruyorum. 'yaz kış burada mısın? senin yaşında başka kimler var? onlar nelerle uğraşıyor? zaman nasıl geçiyor?' 

'Siz geldiniz çok iyi oldu Cenk abi' tümcesini bir kaç cümlede bir tekrar ederek anlatıyor. Zeytin yağı, fidan, fabrika, tadilat, inşaat, cami, motor, dere...
Adagide'ye vardığım akşam, dernek ekibinden Çağrı'nın elinde 'canlanan' bağlamayı da o getiriyor, vakit buldukça hep bizle beraber. 
Dernek üyeleri ve tüm atölye katılımcıları yeterince kafa karıştırıcı karışık bir ekip. Herkes Türkiye'nin ayrı bir yerinden. Yurtiçi farklı üniversitelerde okuyanların yanında yurtdışında okuyanlar da var. Farklı gelir gruplarından, kültürel dünyalardan insanlar... 


Yürüyen işlere dair bir problem varsa onun halledebileceği bilindiği için havada uçuşan adını çığırana koşmuyorsa, neyin nasıl yapılacağını anlatmıyorsa, bizi izliyor, konuşmaları dinliyor. 

Bir de başka bir genç profili var köyde. 
Taner ile iç içeyken biz, onlarla hep bir koca mesafe var aramızda. 
Kasabaya gelmiş olan biz 'yabancılar'ın var oluşu merak uyandırıyor. 
Geç saatlerde motorla arabayla okulun ve kaldığımız evin çevresinden son ses açık müzik çalarak geçen gençler...

Köy kahvesinde karşılaşılan bir genç ile yaşanan diyaloğu aktarıyorlar, köylü genç erkek diyor ki:
'Ben baktım herkese şöyle bir, bazısıyla konuştum, çoğu hali vakti yerinde aile çocukları; yoksul olanın burda inşaatta işi ne...'

Atölye katılımcıları, kimiz neyiz ne yapıyoruz anlatmaya çalışmışlar ama bazen insanlar anlamak istemiyor, bazen de anlatan yabacılığı dolayısıyla anlaşılmayı sağlayacak dili kuramıyor. 

Kuraklık yüzünden zaman zaman sular kesilince yıkanmaya gidilen dereye vardıktan bir kaç on dakika sonra da motorlar arabalar çevremizde beliriyor. Motorundan inip sigarasını yakıp bizi izleyenler de var...
Köydeki 'anormal' var oluşumuzun normalleşmesi için bu tekinsiz, güvensiz karşılaşmaların yaşanması bir zorunluluk belki. Bu yabanilik tek taraflı değil, dürüst olmak gerek, bizler ne kadar açığız ve yakınız ki?


Tarlaların Arasında:

Ziyaret ettiğin yerin belleği sen kendini ona ne kadar teslim edersen o kadar açılıyor.
Ahşap iskelet arası taş ya da kerpiç tuğla duvarlarla inşa neden terk edilir, betonarme binaların 'her yer'deki moral bozan varlığı neden tercih edilir? 'yer'lerin adları neden değiştirilir? Tarımsal peyzajın sarhoş ediciliğini yaratan insanlar, yaşadıkları binaları ve onların bir araya getirdiği yapısal çevreyi nasıl bu kadar 'öylesine' kurar?
Ovacık adlı yayla yerleşmesine vardığımızda içine düştüğümüz binalar can sıkıcıydı. Dik bir dağın sırtında yükselerek vardığımız bu yer sıradanlaştıran yapılara bu kadar teslim olmamalıydı diye düşündüm. Neyse ki sonra, bize rehberlik eden Hava ablamızın akrabalarının tarlalarına doğru yürdük, binaların arasından tarlaların arasına girdik. Barbunya fasülyelerinin uzun gövdeleri ile daralttığı perpektif, koca meşe ağaçlarını önceden görmeyi dahi engelleyecek sıklıkta. Fasülyelerin bitimiyle birden bire dev kolları altına düşütüğümüz ağaçların koyu gölgesinde şaşkınlıkla serinliyoruz. Sonra yine fasülyelerin arasına dalıp Hava Abla'nın akrabalarını tarlanın ortasındaki bir kiraz ağacından kirazları toplarken buluyoruz.
İkram kirazlar ve sohbet sonrası patateslerin arasından geçip yine toprak tarla yoluna çıkıyor, yolda Hava Abla'dan otları öğrene öğrene köy kahvesine iniyoruz.


Kırsal üzerine çok daha fazla düşünmenin gerekliliği ortada. 
Kentlerin çözümsüz düğümler haline gelmiş meselelerine harcanan enerjiyi biraz oraya yönlendirerek, yeni düğümlerin ortaya çıkmasını engellemek olası. Odaklanılan kırsaldan öğrenilecek diğer her şey de cabası...