FELAKET

Felaket*
Türkiye'de bu kavramı genel olarak yaşanan kötü olayları “baş edilemez, engellenemez” parantezine alıp, bilinçli ya da bilinçsiz biçimde, sonuçlarının kaçınılmazlığı için hafifletici sebepler yaratarak kullanıyoruz, algılıyoruz.

İstanbul'a dair en fazla dillendirilen felaket senaryosu, malum beklenen Marmara depremi. 1999 depreminden sonra yapılan tüm tartışmalara rağmen ne kadar az önlem alındığı düşünüldüğünde Tasarım Maratonu'na konu olarak seçtiğimiz üç felaketin ihtimali daha da korkunç hisler doğuruyor.

1. Karadeniz’in anoksik karakterinin yaratacağı zehirlenme:

Giderek okisjensizleşen Karadeniz’de metan ve karbondioksit gazları deniz seviyesinden 100-150 metre altta birikiyor. Jeolojik olaylar veya insan etkisi ile bu gazların serbest kalması halinde  60 km çevresindeki alanı etkilemesi ve tüm canlıları öldürme ihtimali var.1 1986’da Kamerun’da Nyos gölünde meydana gelen benzer bir olayda, aniden oluşan karbondioksit bulutu, çevre köy ve kasabalarda yaşayan 1700 kişi ve 3500 ağıl hayvanının boğularak ölmesine sebep oldu.2  

2. Hortum ve şiddetli fırtınalar:

Dünyanın iklimsel ortalamalarının radikal şekilde değiştiği bu zamanda, tropik iklim özellikleri gösteren yerlerde görmeye alıştığımız hortum gibi doğa olaylarını artık İstanbul kent merkezinde de görüyoruz. Aniden bastıran metrekareye dakikalar içinde kilogramlarca yağış düşmesine sebep olan sağnak yağışlar ve bunlara eşlik eden anormal boyuttaki dolular da hortuma eklendiğinde, İstanbul kent dokusu bugün, kurulmasına sebep olan alışkanlık ve mevzuatların tamamen dışında bir iklimsel rejimi yaşar durumda. Farklı bilim adamlarına göre Türkiye artık, yıllık ortalamalara bakıldığında yarı tropik iklim kuşağındaki bir ülke özellikleri göstermeye başladı.3 Bu durum o kadar ciddi ki, alt yapı sistemlerine dair hesaplardan, çatı kesitlerine, bina kabuklarının detaylarından temel sistemlerine kadar yapıyı oluşturan her bir alt başlığa dair kuralların yeniden tanımlanmasını, yani kapalı ve açık alanları ile yeni bir kentseldokuyu gerekli kılıyor.

3. Deniz seviyesinin yükselmesi:
Deniz kıyısındaki kentler için uzun süredir dile getirilen ama çok da üzerine kafa yorulmayan bir felaket bu. Şimdiki verilere göre, mevcut koşullarda, küresel ısınma ve buzulların erime rejimi gözetildiğinde, yüzyıl sonunda 0,8 metre ile 2,0 metre arasında bir yükselme bekleniyor4. Bu senaryo, 1 metrelik rakıma sahip olan İstanbul için yeterince çarpıcı.  Grönland’ın tamamen erimesi gibi bir uç noktayı ön gören projeksiyonlarda ise deniz seviyesinin yükselme miktarı ortalama 7 metre olarak öngörülüyor. Bu uç durum, Londra’nın dahi tamamen sular altında kalması demek5.




“Korkunun ecele faydası yoktur” diye herkes tarafından bilinen bir deyiş vardır.
Felaketleri korkarak beklemenin ölüme karşı hiç bir faydası yok şüphesiz ama onları merakla ve bilinçle, sürekli hazırlık içinde beklemenin pek çok kişin hayatını kurtaracağı da kesin. Bu koşullarda geliştirilecek fikirlerin ve çözümlerin sadece felakete hazırlanan yerde değil benzer olayların yaşanması mümkün olan başka yerlerde de faydalı olacağını ön görmek hiç de zor değil.

Felaketleri, bizi edilgen konuma geçiren yok oluş noktaları olarak görmek yerine, hayal kurmaya, araştırmaya, üretmeye ve çözüm bulmaya yönelten bir motivasyon olarak kullanmak mümkün olabilir mi? Bu yapıcı tavıra dair örnek düyadan farklı örnekler bulmak mümkün.

Yükselecek deniz seviyesine karşı Boston kenti tüm dünyadaki tasarımcılara açık bir yarışma duyuruyor6. Yüzyıl sonundaki iklimsel projeksiyonlara göre oluşacak yeni bağlamda, kentsel mekanın nasıl yeniden örgütlenebileceğine dair hayaller kurdurtuyor.

Şili'de mimar Alajandro Aravena, yerel yönetim ve sivil toplum örgütleri ile beraber geliştirdiği stratejilerde tsunami dalgalarına karşı direnmek için duvarlar inşa etmek yerine, kıyı alanlarını yoğun şekilde ağaçlandırarak dalgaların güçlerini kırmayı, felaketin yaşanmadığı anlarda da kentlerin kentsel mekanlarını ve rekreasyonel imkanlarını zenginleştirmeyi öngörüyor7,8.

New Orleansı vuran Katrina kasırgasının sonucunda gerçekleşen yıkım ve su baskınlarına karşı mimarların planlamacıların ve tasarımcıların katıldığı ekiplerle yeni kent yerleşim stratejileri ve yapı teknolojileri geliştiriliyor9,10.

Tüm bu örnekler bize felaketleri korku içinde beklemek ya da görmezden gelmek dışında yapılabilecek çok şey olduğunu, felaket anına ve sonrasına dair yapılacak hazırlıkların, buluş niteliğindeki yeni teknolojik, tasarımsal ve yapısal fikirlerin geliştirilmesi için heyecan verici, pozitif bir sebep olarak görülebileceğini gösteriyor.

Ama önce onları görmezden gelmeyi bırakıp kabul etmeli ve sonra da o ana ve sonrasına dair hayal kurmaya başlamalıyız.

Tasarım maratonu sizi üzerine pek de düşünülmeyen bu üç felakete dair, İstanbul’un uzun süredir en çok tartışılan projesi Galataport’un mekanlarına dair hayal kurmaya çağırıyor.

Hayal gücü iktidarda!




*Felaket TDK’nın sitesinde “büyük zarar, hüzün ve sıkıntılara yol açan olay veya durum, yıkım, bela.” olarak tanımlanmış.

  1. http://www.gezikolik.com/tr/ATLAS_Dergisi/Genel_Bilgiler/Canlilarin_Yuzde_95_i_Neden_Silindi__/e_11869.aspx

  1. http://www.nytimes.com/2007/11/06/arts/design/06ecle.html?pagewanted=all&_r=0