Tasarım Maratonu'na Dair Röportaj

BURADAN alınmıştır.

20-21 Aralık'ta gerçekleşecek Tasarım Maratonu'nun hemen öncesinde maratonun yürütmeni  ve Nobon'un kurucusu Cenk Dereli ile kısa ve zihin açıcı bir söyleşi gerçekleştirdik.
Çocukluğumuz Charlton Heston'ın boy gösterdiği The Towering Inferno, Earthquake ve Omega Man; 90'lar ve sonrasın ise Twister, The Perfect Storm, The Impossible ve elbette Melancholia gibi filmleri izleyerek geçti. Felaket kavramını zihnimizde farklı bakış açılarıyla yerleştiren bu filmlerin üzerimizdeki etkisi büyük. Şimdi ise 'felaket'i hiç alışkın olmadığımız şekilde ele almaya hazırlanan Tasarım Maratonu ile karşı karşıyayız. 'Felaket' bu kez karşımıza nasıl, ne şekilde çıkıyor? 
Küresel iklimsel felaketleri bir kenara bırakalım, İstanbul'da bizler, görmezden geldiğimiz bir büyük felaketi sessizce bekliyoruz. En inançsız olanlarımızın şahıslarında dahi 'kader' anlam buluyor. Depremden bahsediyorum.  Ama ne kadar acıklı ki, Gölcük ve Düzce depremlerinin korkunçluğuna rağmen, üzerine çok konuşulmuş bu olay artık kimseyi pek ilgilendirmiyor gibi...
Ne yazık ki hayat, yakın gelecekte yeni modeli ile hayal kırıklığı yaratan teknoloji markasının canımızı acıttığından daha çok acıtacak canımızı. Görmezden gelmeden, yaşadığımıza ve yaşayacaklarımıza uyanmalıyız. Bu yüzden, biraz kendimizi silkeleyelim diye İstanbul için pek üzerine konuşulmayan üç felakete odaklanalım istedim.  Karadeniz'in Anoksik karakteri dolayısıyla yaratabileceği kitlesel zehirlenme, kent merkezinde görmeye başladığımız hortumlar ve yükselen deniz seviyesi.  Bunların detayı için VBenzeri sitesini ve NOBON'un Blog'unu ziyaret edebilirsiniz. 
'Felaket'i olumlu düşünme ve üretim sürecine yönlendirecek bir algı yönetimi ile sunmak çok kolay olmasa gerek. Projenin tasarlanma ve uygulamaya geçiş sürecinde neler yaşandı? 
Nasıl oluyor bilmiyorum ama bizler, Türkiye'de yaşayanlar, korkunç şeyleri katlanabilir kılmak için yaşarken onları görmezden gelmeyi öğreniyoruz, işaretlerini kabul etmiyoruz, yokmuş gibi davranıyoruz. Halbuki onları merakla ve bilinçle, sürekli hazırlık içinde beklemenin pek çok kişin hayatını olumlu yönde etkileyeceği de kesin. Bu hepimizin düşünme şeklinde de köklü bir değişim demek bir yandan. Felaketleri, bizi edilgen konuma geçiren yok oluş noktaları olarak görmek yerine, hayal kurmaya, araştırmaya, üretmeye ve çözüm bulmaya yönelten bir motivasyon olarak kullanmak mümkün. Dünyada geçmişte de bugün de bu bakış açısının yarattığı pek çok eylem var. Filmlerden yola çıkarak ilk soruyu sormuştunuz; popüler kültürün o alanında da pek çok eğlenceli motivasyon bulabiliriz. Kurtuluş Günü (Independence Day) filminde, gökdelenin çatısında az sonra patlayacak foton silahına kollarını açıp hoş geldiniz diyenler bir yanda, iletişimin uydularındaki bir parazitte saklı geri sayım kodunu çözüp, insanları az sonra gerçekleşecek felaketten kaçmaları için uyaranlar bir yanda.
Tanıtım metninde karşımıza çıkan 'Hayal Gücü İktidarda!' cümlesinin ortaya çıkış anı için 68 olaylarına, Paris sokaklarına dönmek gerek. Sitüasyonistlerin ağzında sloganlaşan bu söylem 'Tasarım Maratonu'nu nasıl etkiledi?
Sitüasyonistler o tarihte, insanlara dayatılan yaşantı ve düşünme biçimlerine karşı hayalleri sloganlaştırarak özgürlük için savaşıyorlardı. Önce zihinlerin sonra bedenin, gündelik hayatın, sokakların, kentlerin ve dünyanın özgürlüğü için insanları hayatlarına sahip çıkmaya, hayallerini keşfedip onların peşinden koşmaya çağırıyorlardı. 'Hayal gücü iktidara!' sloganı bu anlamda bir çağrı. 
Onca yıl sonra bugün biz daha da kıstırılmış bir hayat yaşıyoruz. Neye neden ihtiyacımız olduğuna kendimiz karar vermeyi çoktan bıraktık; artık bizim için neyin iyi neyin kötü neyin şık neyin gerekli olduğunu tavsiye eden hatta, bizim yerimize karar veren mekanizmalar var. Hayaller, gündelik hayatın akla sığmaz vahşeti, eşitsizliği ve yok ediciliğine rağmen yalancı günü yaşa sloganları içinde, günde on dakikada nirvanayı vaad eden meditasyon gurularının dinginleştirici çağrılarının arasında birer uyuşturucu rolünde. "Hayat şu andan farklı olamaz, gelecekte de olmayacak, en iyisi teslim olmak ve tadını çıkartmak" edilgen söyleminin karşısında bugün geleceğe dair umut ancak özgür hayallerin iktidarının şüpheye yer bırakılmayacak kadar net biçimde kabul edilmesiyle mümkün. O yüzden hayal gücünü iktidara çağırmayı bıraktık; onu iktidarda sayıyoruz. Hayal gücü iktidarda!
Günümüz koşullarına bakıldığında 'gelecek rüyaları' kurmak eskiye nazaran daha zor sanki. Tasarım Maratonu nasıl bir gelecek öngörüyor? 
Gelecek hayali dediğimiz şey, aslında tamda bu ana ait bir şey. O yanılgıyı akıldan silmek lazım. Tasarım Maratonu için gelecek, belli bir süre sonra gerçekleşecek olan bir an değil; şimdi yaratılacak olan bir gerçeklik. Bu anlamda Tasarım Maratonu'nun ön gördüğü, aklın her an uyanık olduğu, beraber paylaşarak üretmeye odaklı pro aktif bir şimdi...
Özellikle Karaköy'ü referans almanızı neye bağlıyorsun? Karaköy fikri nederen doğdu
Tasarım Maratonu'nda tarfilediğimiz 3 felaket aslında Karaköy'ün yapılı çevresini doğrudan etkileyecek. O felaketlerle dönüşece hayat ile tüm kent ve insanlar gibi tabi ki bu kent parçasının kullanımı da değişecek. Ama bu muhit pek de bunlarla alakadar görünmüyor. Hummalı bir şekilde sökülen, atölye, toptancı ticari mekanlarının eski doğramalarının yerini neredeyse bir örnek; eskitilmiş yeni doğramaların aldığı kafeler ve oteller bölgesi Karaköy, yaşayacaklarına tüm duyularını ve aklını kapatmış gibi. Karaköy sadece bir örnek yer. Bu tavır hayatımızın her anına, ülkenin her coğrafyasına, her birimizin aklının en ücra köşesine kadar sinmiş durumda. Tasarımcıların Felaket bağlamından yola çıkarak üretecekleri alternatif imgeler, bu bölgenin üzerindeki dikkati, etkinliğin dert edindiği konular üzerine yönlendirmeye çalışacak. Algı dünyasında bir kısa devre...
Maraton heyecanı sona erdikten sonra katılımcıların elinde, portfolyolarında sergilemek üzere oldukça yaratıcı ve yenilikçi bir malzeme kalmış olacak.  Tasarım Maratonu'na katılmanın  katılımcılara neler katacağını bize özetler misin? 
Katılımcıların üretecekleri fikirler ve 24 saat sonunda onlardan istediğimiz, tüm bu fikirleri toparlayan posterler tabi ki çok kıymetli. Bu ürünü ister sergilerler isterlerse portfolyolarına koyarlar ya da koymazlar. Ama Tasarım Maratonu'nun esas odağı asla o 'müthiş son ürün' değil. Etkinlik aslında, hayal gücünü kışkırtan, fantezi gibi görünse de aslında bugüne ait esaslı meselelere odaklanan konular hakkında bir arada üretmek için hevesli kişileri bir araya getirme bahanesi. 24 saatin yoğun üretim ortamında, farklı üniversitelerden, farklı yaratıcı alanlarda iş üreten, farklı yaş gruplarından katılımcılar, bir birlerinden saklamadan, birbirleri ile tartışarak, bildiklerini paylaşarak üretecekler. Bu deneyimi portfolyalarına koyamazlar, sergileyemezler, kıymetini de ölçemezler. Bu da işin en cazip kısmı bence. 
Teşekkürler Cenk! Ortaya çıkacak sonucu şimdiden heyecanla bekliyoruz...