Yatak Odasında Çok Özel

Galata'da boş bir daire. 
Asla içine yerleşilmemiş, sahiplenilmemiş ev; bir poz yakalansın diye kurgulanmış mizansen...
Bumburuşuk bir çarşafın örttüğü yer yatağı üstünde, orada yatmamış, orada uyumamış, ne o çarşafa ne yatağa ne odaya bulaşmamış...


Mimarlık ortamında öne çıkan insanları mümkün olduğunca farklı kişilerden dinleyip, farklı kaynaklardan okuyup, yaptıklarını inceleyip anlamaya çalışıyorum. 

Süha Özkan'da ise oldukça zorlanıyorum. 

İnanılmaz bağlantılarla kendini uluslararası bir karakter halinne getirmiş Özkan'ın Türkiye'de mimarlık ortamının son 15 yıldaki uluslararası 'açılımında' oldukça fazla emeği olduğunu kimse yadsıyamaz. Aynı zamanda tartışmaların da insanı Süha Özkan. Zorlu projesi, Küçükçekmece, Kartal, Yenikapı yarışmalarındaki organize eden/jüri rolu...

Görüntü berraklaşmadıkça, özellikle önemsenen karakterler hakkında bir şey demeyi kendime yakıştıramıyorum. İstanbul Art News'ta Pelin Özgen'in Süha Özkan ile yaptığı röportajı okuyunca bir kaç 'kare' gözümün önünde netleşti. Onları tarihe not düşerek paylaşmak istedim. 

"Kentsel dönüşüm, tepeden inme ve yatırımcıya öncelik veren bir anlayış" başlığı ile çıkmış röportaj. 
Bu başlıktan şu anlaşılmasın sakın. Süha Özkan, çatışmalara açık, tabandan yukarıya bir katılımcılığı savunuyor değil. Onun katılımcılıktan anladığı, benim açımdan tüyler ürpertici bir şey. 

Pelin Özgen'in "katılımcı mimarlık konusuna değinebilir miyiz" demesi üzerine verdiği cevapta şunları söylüyor:

"...insanlar katılmadıkları kararı sahiplenmiyorlar. Ben bunu yönetimde de uyguladım. Yönetimde benim yapacağım bir şey varsa üç dört tane üst yöneticimiz vardı bir araya geliyorduk. Konuşuyorduk şu konuda ne yapacağız bu konuda ne yapacağız diye birinden benim fikrim çıktığında, diyorum ki işte A'nın fikrini yapalım ne güzel düşünmüş aslında benim fikrim o ben de ondan önce düşünmüşüm. Anlatabiliyor muyum?"

Tabi ki anlatabiliyor Süha Özkan. 
Hem de çok açık anlatabiliyor. 
Şimdi bu satırları okuyan o "üst düzey" yöneticiler ne düşünüyorlardır acaba. Ya da farklı projelerde farklı karar alma süreçlerinde onunla beraber yer almış olan diğer kişiler? 

Süha Özkan'ın katılımdan anladığı bir "katılım sanrısı". Aslında bir ilüzyon. Kendi fikirlerini uygulatmanın, bir kişinin, bir grubun ya da bir görüşün iktidarını güçlendirmenin bir yöntemi... 
Sanki katılımcı bir süreç gerçekleşmiş gibi gösteriyor bir de, sonra deniyor tabi; "e işte bu da katılımcı süreçti böyle sonuçlandı." 

Şimdi bu dedikleri üzerinden, tekrar Zorlu Yarışmasını, Küçükçekmeceyi, Kartalı, onların kardeşi, o süreçlerden öğrenilmiş yöntemlerle yaratılmış Yenikapı Yarışmasını düşünün. "Anlatabiliyor muyum?"

Aynı röportajda yarışmalarla ilgili ilginç motivasyonu da aynı açıklıkla  "anlatıyor" Süha Özkan:

"Şimdi Türkiye'de yarışma deyince ulusal ortamdaki yarışmaların kuralları çok bellidir. Bana gelen işverenler bunun dışında çözüm arayanlar. Yani ilk başında nedeni değil ama önemli dinamiklerinden biri Kadir Topbaş'ın Kartal ve Küçükçekmece yarışmalarını sen düzenle demesi. Ben orada açıkçası Hüseyin Kaptan'la da görüştükten sonra iki alt merkez oluşturursak  üçüncü ve dördüncü köprüye gerek kalmaz ben de tarihe geçerim diye geldim. Fakat onların yönetimi sırasında Türkiye'de öyle bir kültür olmadığı için çok yalnız kaldım..."

Tabi ne Metropolitan Planlama Merkezi kaldı, ne orada alınmış olan üst ölçekteki kent kararları...
Ama tabi onlardan bahsetmek, nasıl tarihe geçmeyi ıskaladığından bahsetmekten daha önemli değil. 
Kurumlar olmasa da olur, "network"ümüze bir şey olmasın. 

Bu röportaj Süha Özkan'ı biraz daha iyi anlamamı sağladı. 
"Anlatabiliyor muyum?"