Özgürlüğü Simüle Edemeyiz - Moderna Museet - Stockhom
Daima üretmek, para kazanmak ve kutsal verimlilik
Sahi bunu aklımıza kim soktu?
Sürekli üretmek ve kazanmak
zorunda oluşumuzu yadırgamadan sürekli çabalıyoruz. Uğraştığımız şeylerin
niteliği değil, her ne yapıyorsak sonunda para kazanıyor olmak esas olan. Çekilen çilenin miktarının azlığı ile
kazancın fazla olmasının radikal farklı başarı kriteri ve böbürlenerek
anlatılacak bir hikaye haline gelmiş durumda. Hınca hınç dolu bir etkinlikte
kafa sayısı ile giriş ücretini çarpmak, “aslında
her şeyi bırakıp bir kafe açacaksın” cümlesini kıvrakça kurmak ya da yaşadığı hayattan
uzun uzun şikayet edip zehrini attıktan sonra “ama buna da çok şükür” merhemi
ile pansuman yapmak da aynı ruh halinin farklı bir yansıması.
Saat başına harcadığı
emek karşısında ürettiği şeyin miktarı ne kadar fazla ise o kadar makbul olan
insanın ticareti üzerinden kurulu kariyer piyasası, verimliliği kutsuyor.
Çalışanlar da kendilerine, yakınlarına ve patronlarına “bu ara çok yoğunum”
büyüsü yaparak, hayatlarının ipotek ettikleri anlarını, görünmez aylaklıklar ya
da bir “acısını çıkartma ayini” haftasonu eğlencesinden dönüşte taksiden aldığı
fiş ile fatura ediyor.
“Ömür törpüsü” iyi laf
Taşı toprağı altın olmasına rağmen, ekmeğin her nasılsa
aslanın ağzında olduğu kent İstanbul, kendini kuran etkilerin kontrol ettiği
oyunda, içinde yaşayanların hayatlarını küçük parçalar halinde onlardan
kopartır. Kenti yaşatmak için, onu yaşayanların ufak ufak öldürülmeleri
şarttır.
“Başka yere gitsen ne yapacaksın, ne buradaki maaşı ne
kültürel imkanları ne de eğlenceyi bulursun” denilerek telkin edilen kentli, trafik
çilesini, pahalılığı, hasta eden havayı, kimseye yetmeyen hizmetleri ve tüm bu
mücadele içinde giderek kabalaşan, birbirine yabancılaşan insanların
güvensizlik hislerini stres içinde yaşayıp, kurulu düzene itaat etmekten başka
çaresi olmadığına ikna olur. “Ben işimi yapayım da ilk fırsatta sıkı bir tatile
kaçarım; bir ara da dağlarda bir yerde bir hafta yoga kampına giderim” deyip
rahatlar, her tatilden sonra da yine aynı döngünün içinde törpülenmeye devam
eder.
Stres ve itaat
Hepimiz hayvanız en temelde.
Toplum dediğimiz şeyin, insanın özel bir canlı olduğu hissini
büyük bir kalabalığa kabul ettirmiş olması bu gerçeği değiştirmiyor. Stres
altında kaldığımızda, iç güdülerimiz ve kimyamız korunma mekanizmamızı
çalıştırıyor.
Böbrek üstü bezlerimizden salgılanan Kortizol diye bir
hormon var.
Stres altında o ve diğer bir kaç aktif hormon ve enzim,
vücudu karşılaştığı tehtid karşısında hayatta kalmak için hazırlıyor. Bu
kimyasal durumda, beynin düşünme ve sorgulama yetisi azalıyor. Karar verme görevi
refleks ve iç güdülere geçiyor. Kişi tüm benliği ile fiziksel ve psikolojik
anlamda onu canlı tutacak seçimleri yapıp harekete geçiyor. Uzun süre strese maruz kalanlarda Kortizol’ün
hafıza kayıplarına ve farklı beyin hasarlarına yol açtığı biliniyor.
“İşini bil, aptal olma, hızlı ol, yolunu bul” düsturunu telkin
eden şehirde, sürekli stres altında kalan insanın yapacağı tek şey, kendisini
hayatta tutacak tercihleri yapmaktan başka bir şey değil. Oyunun kuralları ne
ise ona uymak; eğer kuraldışı bir durum kendisine daha çok kazandıracaksa oyunu
bozmak; oyunu bozup kendine kazanç sağlayacak ve diğer herkesi zarara uğratacak
birinden faydalanma ihtimali varsa, diğer herkesi gözden çıkartıp ona yanaşmak;
kısacası “sen kendini kurtar gerisi önemli değil” modunda gözlerini kapatmak ve
vazifesini yapmak...
Yaratıcı sektörlerde çalışan insanların kendi sektörlerinin
kuralları içinde yaratıcı olmaları, ama o alanın yerel ya da küresel normları
dışında “aha” dedirten şeyler yaratarak sarsıcı olmamaları da bu yüzden. “İcat
çıkartmak”, “eski köye yeni adet getirmek”, “müşteri halkın istediğini, halk da
bunu istiyor” iken “abidik gubidik şeyler” ile uğraşmak, her ne kadar geçen
senin ömrün olsa da, “brief” bakımından zaman kaybı.
İşkenceye maruz kalan bireylerin dirençleri, uğradıkları
fiziksel şiddet yüzünden değil, çoğu zaman potansiyel fiziksel şiddetin
yarattığı psikolojik baskının sürekli arttırılmasıyla kırılıyor. Naomi Klein
Şok Doktirini kitabında bu konuyu uzun uzun ele alır. Toplumun, normalde karşı
çıkabileceği radikal durumları kabul edebilmesi için nasıl psikolojik şiddete
maruz bırakılarak itaatkar hale getirildiğini anlatıyor. Yirmi birinci yüzyılın
bu çıkarımını, on altıncı yüzyılda yazdıkları ile Machiavelli de onaylıyor.
Hükümdar adlı eserinde, yönetilmek istenilen kitlenin mutlaka baskı altında
tutulması gerektiği konusunda devletlüye tavsiyede bulunuyor.
En basit ihtiyaçlarını karşılamak, en alt düzeyde insanca
yaşayabilmek için bile ömrünü feda etmesi gerektiğini bilen her kesimden
vatandaş, bu yüzden kendine “en işini bilen, en güçlü, en acımasız” kişileri
lider ve patron seçiyor.
Vahşi bir ortamda arkasını kollayacak bir dayı...
Rahatlık ve yavaşlık
Aylak yaşayan, rahat, sap olacak bir balta bulamayan,
kariyeri olmayan, ne işle uğraştığı belirsiz insanlar, pek mühim toplumsal
düzen için çoğu zaman tehtid olarak görülür. Bir değer üretmediğinden,
yaratılan zenginlikleri sömürdüğünden dert yanılır; ama aslında toplu işkenceye
iştirak etmediği için yerilir ve dışlanırlar.
Burada, stres ve itaat döngüsünü kurnazlıkla aldatmak için
evrimleşmiş ama onun bir ürünü olan aylak insan ile özgürlüğe, yaşamdan zevk
almaya ve kendini keşfetmek için yaratmaya odaklanmış aylak insanı birbirine karıştırmamak gerekiyor.
Bu ikinci aylak, stres ve hız odaklı kurulmuş tüm döngünün
hem kurucuları hem de madurları için bir ayna görevi görür. Kendini görmeye
katlanamayanların toplu uykusunun devamlılığı için en kolay çözüm aynayı
kırmaktır.
İzmirlinin rahatlığından ve yavaşlığından şikayet eden İzmir&İstanbullu'nun İstanbul'un koşuşturmaca ve stresinden sürekli dert yanışı!
— H. Cenk Dereli (@hcenkdereli) December 21, 2015
İzmir’de yaşayanların rahatlık ve yavaşlığından şikayet eden
İzmirli ve İstanbulluların İstanbul’u İzmir’e karşı övmelerine rağmen, İstanbul’un
stresinden ve koşuşturmacasından sürekli ve her fırsatta şikayet etmeleri aynaya
atılan taşa güzel bir örnek.
Kortizol düzeyi azalınca, insan özgürce düşünmeye başlar, sorgular.
Kendini ve kentini keşfettikçe yaşamı zevkli yaşama becerisi derinleşir. Kendine, sevdiklerine ve sevmediklerine daha çok zaman ayırabilir, yabancılaşmaz, yakınlaşır. Tutkularıyla yüzleşir. Hayalleri gerçekleştirmek için önündeki tek tercihin yapmaya ya da yapmamaya dair olduğunu anlar. Başarmak için hata yapmak gerektiğini, doğru denilenin onu var eden koşullara bağlı olduğunu, buluşlara, başkalarından ödünç alınan güvenli yöntemlerle değil, onlarca yara izi armağan edecek yollarda bizzat yürünerek varılacağını keşfeder. Yaşadığı bir ortamda güvende hissetmek için tehtidleri yok edip benzerleri çoğaltmaya değil, farklı olanlar için tehdit hislerini yaratan ayrıştırıcı ortamı değiştirmeye çalışır.
Kendini ve kentini keşfettikçe yaşamı zevkli yaşama becerisi derinleşir. Kendine, sevdiklerine ve sevmediklerine daha çok zaman ayırabilir, yabancılaşmaz, yakınlaşır. Tutkularıyla yüzleşir. Hayalleri gerçekleştirmek için önündeki tek tercihin yapmaya ya da yapmamaya dair olduğunu anlar. Başarmak için hata yapmak gerektiğini, doğru denilenin onu var eden koşullara bağlı olduğunu, buluşlara, başkalarından ödünç alınan güvenli yöntemlerle değil, onlarca yara izi armağan edecek yollarda bizzat yürünerek varılacağını keşfeder. Yaşadığı bir ortamda güvende hissetmek için tehtidleri yok edip benzerleri çoğaltmaya değil, farklı olanlar için tehdit hislerini yaratan ayrıştırıcı ortamı değiştirmeye çalışır.
“En işini bilen, en güçlü, en acımasız” kişileri lider ve patron seçmektense,
herkesin bir şeyileri iyi bildiğini kendinden bilir ve bu histeki topluluğun
gücünden yararlanır.
Dayıları, öz yeğenleri ile daha çok vakit geçirebilmeleri
için azad eder.
Yaratıcılık bu ortamda kök salar. Rahat ve yavaş bir çevrede
eyleme geçmek birey olabilmiş insanın özgür tercihidir. Siz eğer yaratma
hisleri midesinde kelebekler uçuşturan biriyseniz ve eğer rahat ve yavaşlık ortamında
eylemde bulunmamayı dış etmenlere bağlayan, “bana şu imkanlar verilse neler
yaparım”, “burayı çok geri bıraktılar bizi de bunu yaşamaya mahkum ettiler” diyen
biriyle karşılaşırsanız size bir önerim var:
Ensesine bir tane patlatın.
Hiç bir açıklama yapmayın.
Oradan uzaklaşın ve o insanı bir daha görmeyin.
Siz kendini keşfetmek için yaratmayı seçmiş insanlarla
beraber vakit geçirin ve bu topluluğu büyütün. Yaşamak istediğiniz hayatı,
kendinizin ve çevrenizdekilerin imkanlarını bir araya getirerek var edin.
Rahatlık ve sakinliğe _ok atan olursa da savunmaya geçmeden bir gülücük
yollayın.
Ortalığın kuru kalabalıkla dolmasını istemeyiz.