“Yukarıdaki
satırlarda anlatılan dünya geçmişle güncelin, ölümle yaşamın, gerçeklikle
fantezinin birbirinden ayrıldığı bir dünya değildir. Kuşaklar da birbirine
karışmıştır. Bu dünya döngüsel zamanlı veya zamansız ya da Kayaalp’in, Green
referansıyla belirttiği gibi, parçalanmış bir zamandadır. Bu boğucu dünyanın
çıkışı sihirli çözümlerden beklenir: Hazineler, tenekeden altın yapmalar, öte
alemden haberler, sürpriz miraslar umut edilir. Dünyanın haz ertelemesiz bir
açlığın hizmetkarı olması beklenir. Ancak metafizik mucizelerin aynı zamanda
çok korkutucu kabuslara, bir türlü gömülemeyen ölülere ve kişinin peşini bırakmayan
hortlaklara dönüşmesi kaçınılmazdır.”
s.144
Biz zamirinin bu
esrarengiz kullanımı bana ergenlerin konuşmasını hatırlatıyor. Babası bir
konuda azarlayınca “Anladık ya…” diyen bir ergeni hatırlayalım. Başka bir “biz”
kullanımını da düşünelim: Kendisini tehdit altında hissettiği ve korktuğu zaman
karşı tarafa meydan okuyarak kurtulmaya çalışan birisinin sözlerini kafamızda canlandıralım:
“Biz adamın ciğerini sökeriz.”
“Biz” anlatıcı/yazar tarafından güvensiz, kaygılı, ayrılık acısı çeken bir öznelliğin
beraberlik, güvenlik arayışı yüzünden mi kullanılıyor? Bu haliyle Tanpınar,
romanlarındaki kahramanları kendi hikayelerine, kaderlerine, akıbetlerine
bırakamayan bir ebeveyn gibi mi? Peşini bir türlü bırakmayan ölü annenin
yaşattıklarını roman kahramanlarına mı yaşatıyor? Kaybedilmiş bir bütünlüğün,
tamlığın “biz” zamirinin kullanımıyla olası olduğu umudu, Tanpınar’ın metninde
yazarı, anlatıcıyı, kahramanı ve okuru bir araya getiriyor ve Tanpınar böylesi
bir tam’lıktan beslenmeye çalışıyor.
s.150
Narsisizm ve Yaratıcılık, YKY, 2017.